22 Kasım 2014 Cumartesi




Ülkemizi yıllarca idare edip bir karış ileri götüremeyenlere ithafımdır

FİREN

Çağa ulaşmak için çaldı yarış sireni.
Demir raylar üstünde gider umut tireni.
Milletin taşıtında kırk yılın sürücüsü,
Hep basıyor  çekiyor, el ve ayak fire
                                                 2000


19 Kasım 2014 Çarşamba

DEPREM

Kırk beş saniyede yıldızlar yere indi bir gece yarısı,
Ve denizler karaya yürüdü.
Öperken kara toprak insanları alınlarından,
Daha önce neredeydiniz diyerek.
Bir gece yarısı
Feryat-ı figan, âh-ı aman
Karıştı birbirine dostlarım.
Ne bir şey hatırlamak mümkündü,
Ne kımıldamak,
Yalnız ve her saniye beklenen soğuk bir ölümdü.
Bir gece yarısı denizler karaya yürüdü.

İnsanlar kalkmışlardı yataklarından
Yarı üryan.
Koşuşturuyorlardı bir o yana, bir bu yana.
Ardıma baktım, yüzüm kızardı,
Önüme baktım, gözüm karardı.
İnmekle bitmeyen merdivenlerde dostlarım,
Nice kırk beş yıllar yaşandı.

Şimdi bildim, kırk beş saniyenin ne kadar uzun olduğunu.
Yaşandığını bir ömrün.
Hatıraların iyisi ile, kötüsü ile.
Ve ölesiye pişmanlıkların.
Evet, şimdi bildim boş olduğunu dünyanın.

Âhiret yolunda mizan göründü.
Eller kelepçeli, dilde pelesenk.
Bir ömrün hesabı konarak önümüze,
Hadi  konuşun dendi.
Dökülen göz yaşları da para etmiyor şimdi.
Cüzdanlar dolu olmuş, boş olmuş ne yazar,
Değil mi ki bütün kazanılanlar
Bir anda yok oldular.
İbret, ibret alınır mı dersiniz dostlarım?
Ne gezer.
Gelinlik kızların  göz nuru,
Gençlerin hayalleri, umutları, hepsi  hepsi
Kırk beş saniyede yok olup gittiler.

On yedi ağustos sabahının alaca karanlığında
Feryatlar yükselirken semaya,
Zenginler ekmek kuyruğunda sıra bekler,
Sarsıntılar sarsıntılar, biteviye ve tekrar.
Ezanlar haykırıyor şimdi o tek hakikatı
ALLAHU EKBER.
                                20 Ağustos 1999

                          Marmara depremi üzerine

18 Kasım 2014 Salı

SEVİMLİ BEYAZ KÖPEK

Ezanla birlikte başı semaya
Yönelip havlayan sevimli köpek.
Havlama değil de belki inleme,
Ne söyler acaba? bilinmez ki pek.   

Şeytanın ninnisiyle derinleşti de uykun,
Yatağın soğumadı hiçbir gün.
Bu tembellik katmerleşti üstünde.
Oysa karar vermiş idin daha dün
Ve teyit etmiştin öbür gün.

Yeşillikler arasında  her seher
Şakıyan bülbülün nağmeleri mi daha sevimli?
Yoksa o beyaz köpeğin
Ezanla yükselen feryadı mı?
Akıl et ve söyle bana ey nefsim.
Bu tembellik ne zaman bitecek?
Kasvetli odanın bozuk havasında
Yükselen horultular daha ne kadar sürecek?

Ne olur seherde kendime gelsem.
Ocağımda kaynasa hep tencerem.
Kazancım bereketli,
Günlerim hayırlı olsa.
Açılsa kapım iyice, yahut pencerem,
İçeri tertemiz oksijen dolsa.
Elim, yüzüm, kollarımda ıslansa,
Su koksa her tarafım.
Bedene hayat gelip,

Uyuşukluk yok olsa.

15 Kasım 2014 Cumartesi

Şiir, haydi oturup bir şiir yazayım diyerek yazılamaz, çünkü şiir duygu meselesi; onu içinde duyman, hissetmen lazım. 1991 de Maraş’a bir seher vakti inmiştim, aşağıdaki şiir saat tutmadım tabi ama sanıyorum on, onbeş dakikada yazılmıştı.  


BİR SEHER VAKTİ GELDİM SANA

Bir seher vakti geldim sana,
Yürüdüm sokaklarında,
Kaldırım taşlarıyla konuşarak.
Köşe baçlarında
Sevgiliyi aradım  bir seher vakti.
Çocukluğumun beşiği,
Gençliğimin örtüsü Güzel Maraş,
Geldim sana bir seher vakti.

Sütçü İmam’a giremedim abdestsiz.
Cami şadırvanından su içtim
İki avucumla.
Bir dua huşu-u ile
Mezar taşını okudum dedemin,
Derinden ve sessiz.

Okul yollarımın daracık sokaklarından
Her geçişte baktığım pencerenin panjurlerında
Hala mazinin izleri var.
Zil yerine tutulan
Sarı kapı tokmağının sesiyle
İçimde bir yerim yanar.

Çocukluğumun beşiği,
Hatıralarımın örtüsü
Güzel Maraş,
Sana elveda demek zor.
Şuramda bir yerimde,
Aşk gibi, özlem gibi, hasret gibi bir sızı var.
Durmadan yanar içimde
Sanki bir alev, bir kor.

Çocuk bahçesi hala çakıl taşları döşeli.
Şarkıların yine ağır başlı,
Duygu yüklü.
İçimi okur gibi bir türkü.
“Gitme turnam bizim elden
Dön gel Allah ı  seversen”
Çocukluğumun beşiği,
Hatıralarımın örtüsü Güzel Maraş
Geldim sana bir seher vakti.
                                   1991



8 Kasım 2014 Cumartesi

                       





                            UYAN                   

 Kainat dile gelmiş  nefsim,  duyuyor musun?
Ben neyi, niçin varım  diye soruyor musun?
Hücrelerin atomu, atomun çekirdeği,

Rabbini zikrediyor, hala uyuyor musun?

6 Kasım 2014 Perşembe

SON KAMPANA

Dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkmadan düşünmeliyim.
Rabbim!
Seni tüm insanların
Toplam sevgisi kadar seviyorum desem,
Yeterli olmaz.
Her gün beş defa
Yüce emrini kalbimde duymalıyım.
Düşünceler benliğimi yakmalı.
Bir milyar insanın ömrü kadar ömrüm olsa,
Yetmez seni sevmeye.
Sevmek bize ibadet olmalı.

Biliyorum dünya bir devri alem.
Ne kaldı şuracıkta?
Üçüncü kampana ile başlayacak yolculuk.
Meçhul bir şehirde
Üç çocuk doğacak bir günde.
Son kampana ha çaldı, ha çalacak.
Hazır mısın nefsim?

Yolculuk başlayacak.

30 Ekim 2014 Perşembe

Bir önceki sohbetimizde câhillik günümüz okullarını okumamak veya okuma yazma bilmemek değil, milletimizin özelliklerini, örfi âdet ve ananelerini ve özellikle inanç sistemini bilmemektir demiştik; şimdi okumuş ama câhil olma halini bizzat yaşadığım bir hadise ile açıklamaya çalışacağım.
İmam Hatip Lisesinden sonra bölgemizde (Marmara bölgesi) bir üniversitenin Makine Mühendisliği bölümünü kazanan kızımdan bir gün bir telefon aldım, “ Babacığın çok zordayım” diyordu. Tesettürlü olarak derslere girdiği için bazı hocalar zorluk, hatta zorluklar çıkarıyorlarmış.
O şehre gittim. Makamında birtakım evrak ve kağıtlarla meşgul olan rektör beye kendimi tanıttım, filan öğrencinizin de babasıyım dedim. Rektör Bey ilgi gösterdi, “zaten bende sizinle görüşmek istiyordum iyiki geldiniz” dedi ve ilave etti “ Öğrencimiz çok zeki, çalışkan, terbiyeli vs…ancak  şu örtü konusunu beraberce halletmemiz gerekiyor. Yanlış anlamayın ben de Müslüman’ım, dine saygılıyım, bayram namazlarını hiç ihmal etmem, annem beş vakit namazlı biriydi üç yıl önce maalesef kaybettik. Zaten bu zamanda örtünme olmaz, Muhammet zamanında açık kadın az, örtülü kadın çoktu, bu sebeple açık olanlar dikkat çekiyordu, onun için açık olanlara siz de örtünün dedi, şimdi açık kadın çok, örtülü olanlar az örtülüler dikkat çekiyor bu sebeple örtülülerin de açılması lazım, aslında örtülü olmak günah, açık olmak  sevaptır.”
Nasıl, muhteşem değil mi…..? Emin olun hiç mübalağam yok, belki kelimeler farklı ama içerik aynen böyle.
Şimdi dedim Sayın Rektörüm sevap ve günah olma keyfiyeti dini bir terimdir ve dini kural ve kaidelere göre değerlendirilir. Dinimizin yani İslam’ın değişmez ve değiştirilemez iki temel kaynağı vardır KURAN ve SÜNNET, bir fiil ve davranış bu kurallara uyuyorsa sevap, uymuyorsa günah olur, Tesettür konusuna NUR SURESİ 31 ve AHZAP SURESİ 59. Ayetler açıklık getirmiştir ve aynen şöyledir dedim ve ayetlerin meallerin açıkladım. Hadis-i şeriflere gelince dedim. Sayın Rektör yeterli bulmuş olmalı ki, araya girdi ve konuyu çok iyi incelemişsiniz diyerek, iltifatlar etti.
Dedim ki Sayın Hocam biliyorsunuz kızım çok başarılı ( not ortalaması 8,9 du) okulların tatiline de az bir zaman kaldı lütfen şu iki ay için hocalarımız idare etsinler zaten siz de tensip buyurursanız seneye Uludağ Üniversitesine yatay geçiş yaptırmak istiyoruz dedim ve ayrıldım.







29 Ekim 2014 Çarşamba


SELAM
Allah Resûlü (sav) " Aranızda selamlaşmayı yayınız" ve " İman etmedikçe Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız, size bir şey diyeyim mi, aranızda selamı yayın," buyuruyor. Bu duruma göre " Selamün aleyküm" diye selam vermek Sünnet, almak ise Farz dır. Adama selam veriyorsunuz, merhaba veya günaydın diye cevap veriyor veya hiç cevap vermiyor. Bu niçin böyle oluyor çünkü adam câhil. Cahillik okuma yazma bilmemek veya günümüz okullarında okumamış olmak değil, milli özelliklerimiz, örf, âdet ve ananelerimizden habersiz olmak, o terbiyeyi almamış olmaktır. Size tavsiyem karşılaştığınız herkese selam vermenizdir özellikle evlerinize girdiğinizde eşinize SELAMÜN ALEYKÜM" diye selam verin. Sabahleyin  eşinizle aranız biraz limoni olarak, veya kırgın ayrıldıysanız, eve döndüğünüzde eşinize, tünaydın , merhaba falan değil, SELAMÜN ALEYKÜM" diyerek selam verip hal hatır sorduğunuzda kırgınlığın samimiyete döndüğünü göreceksiniz.

24 Ekim 2014 Cuma

                                                          HİÇ                                          
         Bir süre önce Nuh Mete Yüksel D.G.M. Başsavcısıydı. Pek popüler, pek ünlü bir baş savcı.Tabi demokratik sistem gereği astığı astık, kestiği kestik denemese de ciddi duruşu, hiç gülmeyen yüzü ve azametli yürüyüşü…  ile memleketin önde gelen isimlerindendi. Millet Vekili Merve Safa Kavakçı nın Mecliste yemin etmesi engellenince, vatandaşlıktan çıkartılması da gündeme gelmiş, bu durumda tabi olarak Nuh Mete Bey de D.G.M Savcısı olarak görev başındaydı. Amansız bir takipçi gibi yanına yeteri kadar polis memuru da  alarak, Merve Hanım’ın evini basmıştı. Evet evet yalnız, tek başına yaşayan bir kadının evini, hem de gece yarısı. Başarılı olunsaydı, evinden çıkartıp beklide tutuklatacaktı.
      Büyüklerimiz ne demişler? “Ne oldum deme, ne olacağım de..” İnsanoğlunun mükemmel yaratılışına ve emrine verilmiş olan şu güzelim dünyaya rağmen ömrü çok kısadır.
Aslında bu kısa hayatın hayatın her devresinde dikkatli olmak gerek. O andaki durumun, konumun, işgal ettiğin mevki ve makamın ne olursa olsun, her şeyin bir sonunun olduğunu bilerek yaşamak lazım. İnsan yarın pişman olacağı, utanacağı, şimdi olsa yapmazdım diyeceği fiil ve hareketlerden uzak durmalıdır.

“Ağa olsan, paşa olsan, bey olsan
Yakasız gömleğe sarılın bir gün.”   Demiş şair.  

       İşte o yakasız gömleğe sarılacağımız günü unutmadan yaşamak, hepimizin hedefi olmalıdır. 
 Nuh Mete Yüksel, daha dün  “Küçük dağları ben yarattım” dercesine  bir tavır sergiliyor, bir milletvekili hanımı gece yarısı evinde rahatsız edebiliyordu. Kaderin şu garip cilvesine bakın ki, kendisi de bir kadın yüzünden dillere düştü. Hani hatırlayınız, gazeteler şöyle yazıyordu: “Ankara D.G.M Savcısı Nuh Mete Yüksel, hakkında çıkan …… kasetlerin  arkasından başlatılan soruşturma kapsamında D.G.M deki görevinden alındı. Soruşturmayı tamamlayan Adalet Bakanlığı Müfettişleri, hazırladıkları raporu Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna sundu. Kurul, müfettişlerin raporunu değerlendirdikten sonra, Nuh Mete Yüksel’e kınama cezası ve yer değiştirme cezası verdi. Yani Sayın N.M.Yüksel, Ankara D.G.M Savcılığından, Ankara Cumhuriyet Savcılığına  getirildi.” Tabi bu tenzilen bir görev değişikliği idi.
        Her ne kadar Sayın Yüksel, kendisini bir kadınla gösteren kasetin montaj olduğunu söylese de, Hakimler ve Savcılar Yüksek kurulunun kararı böyle idi.
        Şimdi bu olayı niçin mi gündeme getirdim? Baro seçimlerinde Sayın Nuh Mete Yüksel’e meslektaşlarının yaptıkları karşısında Sayın Yüksel’in durumuna üzüldüm de onun için.
          Hani şehzade ava meraklı imiş, çıktıkları avdan da hemen dönemezler, bazen birkaç gün sürermiş bu av keyfi. Yine bir gün üç- beş arkadaşı ile birlikte çıktıkları av peşinde saatlerce at koşturmuşlar ve birkaç tane de av vurduktan sonra, biraz dinlenmek için yaylanın en güzel yerine kulübesini yapmış ve sürülerini otatan çobanın yanına, çayırların üzerine oturmuşlar. Çoban misafirlerine “çoban armağanı çam sakızı”  kabilinden  kulübesinde nesi varsa ikram etmeyi düşünmüşse de, bakmış ki bunlar öyle sıradan insanlar değil,  içinden “hele ağırdan alıp bekleyeyim  biraz,”diye geçirirken, misafirler hemen sofralarını donatmışlar bile. Vurdukları avlarını da ateşte kızartıp hep beraber yedikten sonra, çobanın yaptığı çayları içerken, şehzade çobana sormuş.
-Şimdi sen burada ne yapıyorsun?
-Sürülerimi otlatıyorum.
-Sonra ne yapacaksın?
-Burası benim yazlık yerimdir, kış yaklaşınca köyüme giderim.
-Sonra?
-İlkbaharda tekrar gelirim.
-Sonra?
-Sonrası hiiiç demiş,  ama bu münasebetsiz misafirin haddini bildirmeyi de kafasına koymuş.
Peki demiş çoban,( şehzade olduğunu henüz bilmediği bu çalımlı misafirin yüzüne bakarak,)sen ne yapıyorsun buralarda? Şehzade gururdan göğsü kabararak, ben mi? demiş,”Ben şehzadeyim, şimdi avlanıyorum, ileride padişah olacağım, memleketimizi yöneteceğim, herkes benim emrime boyun eğecek,  dış ülkelerden misafirlerim gelecek, ben dış geziler yapacağım, sizlerin padişahınız olarak memleketimizi ve sizleri temsil edeceğim.”
-Sonra demiş çoban, sonra ne olacak?  Şehzade sonra ne olsun hayat böyle devam edecek. Çoban ısrarla daha sonra demiş, daha sonra ne olacak? Şehzade ister istemez daha sonrası hiiç demiş.
Çoban,
-A be şehzadem o kadar kendini yoracak, gururlanacak, kibirlenecek ne var, ben şimdiden hiç im…
       Yaa  işte böyle dostlarım! En iyisi, sonumuzun hiç olacağı şimdide belli  bu dünyada, hiçliğimizin farkında olarak yaşamak değil midir?


                                                                                                                              

                                                                                                                              
                                                                                                                              






Yeni yılınız kutlu olsun. (Kutlu ve mübarek bir gündür zaten de...) Birçok arkadaşım daha onuncu aydayız bu da nereden çıktı diye düşünebilir ama bu HİCRİ yılbaşıdır. Yani Allah Resulü (sav) in ( Suriye'de Zâlim Esad'ın ve Yahudi'nin Müslümanlara yaptığı zulüm gibi) Mekkeli Kâfirlerin baskıları sonucu, Cenabı Hakkın emri doğrultusunda Mekke'den, Medine'ye hicret edişinin 1436. yılıdır bugün. Miladi takvime göre 16 Temmuz 622 de gerçekleşen bu yolculuk, hirî takvimin Muharrem ayının ilk gününe denk gelmektedi ki Ekim ayının 25 i oluyor.İşte Müslümanların yılbaşı olan bu mübarek günün sizin, aileleriniz, milletimiz ve İslam milleti için hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinizin Hicri yeni yılınızı kutluyorum.

29 Eylül 2014 Pazartesi

NOT: Şemseddin Sivas inin OLMADAN adlı şiirinde

“Mûtû kable en temûtû”  Hadis- Şerifindeki KABLE ifadesi KALBE olarak yazılmış “KABLE” olarak düzeltir özür dilerim.



ŞEMSEDDİN SİVASİ nin OLMDAN adlı  her biri bir VECİZE gibi olan şiirini anlamı ile birlikte sunuyorum
                                                                
Vâsıl olmaz kimse Hakk’a cümleden dûn olmadan.
Kenz açılmaz şol gönülde tâ ki pürnûr olmadan.
ANLAMI
Her şeyden uzak olmadıkça kişi Hakka vâsıl olamaz (kavuşamaz)
Gönül pürnûr olmadan da hazine (kenz) açılmaz.

Sür çıkar ağyâri dîlden, tâ tecelli ede Hak
Pâdişah konmaz saraya, hâne mâmur olmadan
ANLAMI
Gönülden Allah’tan gayrısını çıkar ki Hak tecelli etsin
(Çünkü) Hane mâmur olmadan padişah saraya girmez. (Bir insan bile evine misafir olarak gelirken kendine ve evine çeki düzen veriyorsun da Allah fitne fücur dolu kirli kalbe teşrif eder mi?)

Hak cemalin Kâbesini kıldı âşıklar tavaf
Yerde Kâbe , gökyüzünde Beyt-i Mamur olmadan
ANLAMI
Daha yerde Kâbe gökyüzünde Beyt-i Mamur yokken
Hak cemalin Kâbesini âşıklar tavaf etmişti.

Mest olanların kelâmı kendinden gelmez veli
Ya niçin söyler “enel hak” kişi Mansûr olmadan.
ANLAMI
Mest olanların sözlerine bakıp da aldanma, o sözler kendi sözleri değildir.
Öyleyse bir kişi Hallac-ı Mansur olmadan “Enel Hak” dememeli.

Mest olup meydana geldim, ta ezelden, ta ebed
İçmişim aşkın şarabın âb-ı eagûr olmadan.
ANLAMI
Mest olup meydana geldim, ezelden ebede kadar
Daha üzüm şarabı olmadan evvel ben aşkın şarabını içmişim.

“Mûtû kalbe en temûtû” sırrına mazhar olan
Haşr-û neşri burada gördü, nefha-i sûr olmadan.
ANLAMI
“Ölmeden evvel ölünüz” Hadis-i şerifindeki sırra mazhar olanlar
Mahşer günü ölülerin diriltilmelerinin sura üflenmeden önce gördüler.
ANLAMI
Âşıkın çok derdi amma sırrın izhar eylemez
Söylemesi terk-i edeb çünkü destur olmadan
ANLAMI
Âşıkın derdi çoktur amma sırrını açığa vurmaz
Çünkü destur olmadan bu sırrı açıklamak edepsizliktir.

Bir acâib derde düştüm tutuşur şemsî müdâm
Hakka makbul olmak ister, halka menfûr olmadan
ANLAMI
Bir acaib derde düştüm, her daim yanmaktayımİnsanlara uzak olmadan (İnsanlardaki kötü hallerden uzak olmadan) Rabbine yakın olmak ister (bu olacak şey mi)
NOT: Beyt-i mâmur:Yedinci kat semada meleklerin tavaf ettikleri ve Kâbe’nin simetriğinde, iz düşümünde nurdan bir beyttir. Âdem (as) da Cennetten dünyaya gönderilmeden evvel meleklerle birlikte Beyt-i Mamuru tavaf etmiştir.







18 Eylül 2014 Perşembe

 BİR ANEKDOT

Peygamberimiz (sav) Ümmetim şunları yaptığı zaman belalara maruz kalır buyuruyor. 1- Ganimet ( bugün hazine) belirli kişilerin tekelinde olduğu. 2-Emanetin ganimet sayıldığı. 3- Zekatın ağır bir yük kabul edildiği. 4- Kişinin hanımına itaat edip annesine isyan ettiği ve arkadaşına iyilikte bulunup babasına cefa ettiği.5- Mescitlerde seslerin yükseltildiği.6- Halkın en alçağının halka lider seçildiği. 7-Kişiye şerrinden korkulduğu için saygı gösterildiği. 8- İçkilerin içilip, ipeklerin giyildiği. 9- Çalgı aletlerinin, oyun havalarının ve şarkıların çoğaldığı.10- BU ÜMMETİN SONRAKİLERİNİN, ÖNCEKİLERİ LANETLEDİĞİ vakit, işte o zaman kızıl bir rüzgar, yerle bir olma veya simalarda değişiklikler beklesinler.Evet böyle buyuruyor Allah Resulü (sav)
Geçtiğimiz Cuma Bursa Ulu camideydim. Aman Allahım o ne muazzam bir kalabalık  ne haşmetli bir görünüş, ne muazzam bir eser. Ecdattan kalan bütün eserler öyle..
(Selamün aleyküm diye selam vermek, kadınların örtünmelerine taraftar olmak, ve onlarla tokalaşmamak suçlarından dolayı) Meslek hayatımın sürgünde geçen üç yılının geçirdiğim Bursa'nın bir ilçesinde.
Okulda şiir yarışması yapılacaktı her sınıf ta hazırlıklar yapıyor, öğrencilere şiirler okutturuluyordu; tabi ki okutulan şiirlerin çoğu ecdada hakaretler içeriyor, Allah'ın evliya kulu olduğundan hiç şüphe etmediğim Abdul Hamit Hana  da dil uzatılıyordu. Düşündüm ben bunu nasıl sabote ederim diye ve  İSTİKLAL MARŞINI okutmaya karar verdim. Son anda yarışma iptal edildi. 1980 in olağanüstü ortamı.
 Sebebini sordum. "Sen İstiklal Marşını okutuyorsun" dediler. Olsun o da bir şiir dedim. Yahu şimdi İstiklal Marşını kazandırmak zorunda kalırız....falan filan.
Böylece yukarıya aldığım Hadis-i Şerifte 10. Maddede bahsedilen suçun işlenmesine gönlüm razı olmamıştı, şükürler olsun ecdadın ve İstiklal marşımızın bereketini böylece görmüş olduk...

8 Eylül 2014 Pazartesi

                   MASONLUK (FARMASONLUK) NEDİR

Farmasonluk (Masonluk)  mezhepler ve dinler üstü bir yapıya sahip, bir manada bir dinsizlik hareketidir. Dünya çapında meşhur mason müellif Berher Hutin: Masonluğun mukaddes dinler gibi bir din olmayıp, akıl ve zeka dini olduğunu belirtmiştir.
 Mason düşünür J. P. Mazaros: Farmasonluk dinler dinidir derken,  meşhur mason düşünür Albert Lantione: Müsbet dinlerin yerine yavaş yavaş masonluk geçmelidir diyerek menfur emellerini ortaya koymuştur.
Bu seri yazımıza başlarken İsviçre’nin Basen şehrinde Haham Teodor Herz’in başkanlığında yapılan toplantıda üç maddelik karar alındı demiş ve bu maddelerin ilk ikisini izah etmiştik, üçüncü madde Siyonizm in dünya hakimiyeti idi. İşte Siyonizm’in dünya hakimiyetine giden yolda asker, top, tank, tüfek kullanılmayacak, bunların yerine emirleri altına almak, hükümran olmak istedikleri ülkelerin başına o ülke insanları arasından seçerek yetiştirdikleri, yani Rotariy, Lions kulüplerinde yetiştirip Masonluk seviyesine yükselttikleri kişileri getirerek netice alma yoluna gitmişlerdir, giderler. Mesela: (Allah korusun) ülkemizin başına ABRAHAM ‘I getirseler miller kabul etmez, tepki gösterir, ama kafası Abrahamlaşmış İbrahim getirilirse Yahudi hedefine ulaşmış demektir.
Şimdi bu kısa  bilgilerden sonra Türkiye de yaşayan, bu vatanın ekmeğini yiyip, suyunu içen, şehit dedelerimizin kanları ile yurt olarak elimizde kalan bu cennet  vatanın vatandaşlarından, Müslüman olsun, olmasın,  bilerek veya bilmeyerek rotari- lions- liones- mason gibi teşkilatlara  mensup olan, sempati duyan, az da olsa onlara sevgi besleyenler  varsa lütfen bir daha düşünsünler. Amaç ve hedeflerini izaha çalıştığımız bu  zalimlerin safında yer almak,  aklı başında bir kişinin yapacağı şey değildir..
Bu yazımızla Yahudilerin kim olduklarını ve niyetlerini, masonlarla Yahudilerin ilişkilerini ve masonlukla Rorary ve Lionsların  durumlarını belgelere, kaynaklara ve araştırmacıların görüşlerine dayanarak ve özet olarak ortaya koymaya çalıştık. Kendiliğimizden bir şey söylemeyip bu işin uzmanlarının görüşlerini aktardık. Maksadımız kimseyi üzmek ve kırmak değildir, ama doğru bildiğimizi de yazmamız üzerimize borçtur.

            

6 Eylül 2014 Cumartesi

                                          ROTARY NEDİR NE DEĞİLDİR
                                                                             -2-
            Geçen haftaki yazımızda Rotary nin ne olup olmadığını anlayabilmek için önce Yahudi kimdir, Masonluk nedir demiş ve Yahudi’nin kim olduğuna kısa bir bakış yapmıştık. Bu gün de MASONLUK NEDİR sorusuna cevap arayacağız:
Önce Masonluğun tarifini yapalım: Bu konunun uzmanı Ali Uraz Bey masonluğu şöyle tarif ediyor: “ Masonluk esas itibarı ile Yahudi olmayan bir takım insanları bir gizli dernek çatısı altında toplayıp, eğiterek, onları her hangi bir sahada Yahudiliğe ve Yahudilik ideallerine hizmet eder hale getirmek için verilen bir tedris usulüdür.”der.
            Yahudiler bulundukları ülkelerde belli bir kuvvete eriştikten sonra, Yahudi olmayan insanları da Yahudilik emelleri doğrultusunda çalıştırmak istemişler, bu metodoloji masonluğun doğmasına sebep olmuştur. Öyle ki Yahudi olmayan insanlar bu teşkilatlar sayesinde kendi ırkı ve milletinden önce, Yahudi ırkı ve milletini düşünür hale gelmişlerdir.
            18. Asrın başlarında kurulan masonluk,  kuruluş amacı olarak belirlediğimiz “Yahudi olmayan insanları Yahudilik ve Yahudiler lehine çalışır hale getirmek” dediğimiz durumu toplumun daha geniş kesimlerine yayabilmek için, masonluğa bağlı olarak Rotary, Lions, Lioness ve benzeri alt kuruluşlarını da kullanarak, Siyonist hedeflerinin toplumun daha geniş kesiminde  söz sahibi ve hâkim olmasını istediklerinden esnaf, tüccar, ilim adamı ve siyaset adamı gibi toplumun her kesiminde etkili olabilecek kişiler üzerinde özenle çalışmışlardır.
            Siyonistler, Yahudilik kavramları ile birlikte Siyonizm in hedeflerinin insanları ilk planda ürküteceğini düşünerek, toplum içinde başarılı olmuş, meslek sahibi, zengin ve saygın kişilere “kardeşlik, dostluk ve barış” gibi insanlara sıcak gelen kavramlarla masonluk bünyesinde ve yine rotary, lionss, lioness gibi kulüpler aracılığı ile yaklaşırlar.
            Yahudilik ideallerine hizmet amacına yönelik masonluk ve masonik kulüplerin çalışmaları bu strateji ile uzun zamandır sürmektedir. Maalesef bu gün bu çalışmalar Türkiye’de ilçeler bazında rotary ve lionss gibi kulüpler vasıtası ile yürütülmektedir.
            Öyle masum, öyle saf bir kamuflaj içindedirler ki, görenler bu kulüpleri birer prestij kulüpleri, saygınlık merkezleri, dostluk-kardeşlik dernekleri gibi düşünebilmektedirler. Ama unutmamak gerekir ki zehir teneke kutuda değil hep billur kaselerde sunulmuştur.
            Türkiye de masonlar ekonomiye hâkim olma yolundadırlar. Ayrıca ellerinde büyüm basın ve yayın kuruluşları da vardır. İşte masonlar ellerindeki bu güçleri kullanarak hedeflerine doğru ilerlemek arzusundadırlar.
            Rotary ve lionss kulüpleri bu yolda masonların yardımcısı, yani masonuğun ana okuludurlar.
Gazeteci yazar İlhami Soysal rotaryan  ve lionsların masonlarla ilişkisi konusunda Nermin Sungur’un sorusuna şöyle cevap veriyor
SORU: Sayın Soysal! Rotaryan ve lionsların masonlarla ilişkisi konusunda dayanaklarınız nelerdir?
CEVAP:  Rotary ve lions kulüpleri bir nevi  masonluğun  ana okuludurlar. Bu kulüpler tamamen masonluk ilkelerine göre çalışırlar. Rorari ve lionss ların üst düzey yöneticileri hep masonlardan gelmektedir….
Farmasonluk (Masonluk)  mezhepler ve dinler üstü bir yapıya sahip, bir manada bir dinsizlik hareketidir. Dünya çapında meşhur mason müellif Berher Hutin: Masonluğun mukaddes dinler gibi bir din olmayıp, akıl ve zeka dini olduğunu belirtmiştir. Mason düşünür J. P. Mazaros: Farmasonluk dinler dinidir derken,  meşhur mason düşünür Albert Lantione: Müsbet dinlerin yerine yavaş yavaş masonluk geçmelidir diyerek menfur emellerini ortaya koymuştur.







3 Eylül 2014 Çarşamba

                   ROTARY MASON’LUĞUN ANA OKULUDUR
                                                                       -1-
            Adı ve yazılışından bile kökü dışarıda yabancı bir kulüp olduğu hemen anlaşılan ve günümüzde irdelenmesi daha da önem kazanan Rotary ve Lions’un zaman zaman gündeme geldiğini, sanki milli bir kuruluş, matah bir şeymiş gibi gündemde tutulmak istendiğini görüyoruz. Bazen cam şişeleri toplayarak, bazen dört tane demiri bir araya getirip, Yunus Emre ismini de kullanıp çocuk parkı yaptığını söyleyerek gündemi işgal etmeye çalışsa da değerli halkımız bu kulüplere hep şüphe ile bakmıştır. Ancak olayın enine boyuna incelenip araştırılarak halkımızın bilgilendirilmesinin de şart olduğuna inanıyorum. Bu sebeple diyorum ki Rotary ve Lions un   ne olduğunu anlayabilmek için önce Yahudi kimdir ve Masonluk nedir sorusuna cevap aramamız gerekiyor.
            Yahudi Kimdir- Arz-ı Mevud neresidir: Yahudilerin yasası Talmut’ta şöyle denilmektedir!
            1- Para işlerinde yalan yere yemin etmeye müsaade edilmiştir.
            2- Yahudi olmayanın malı, mülkü sahipsiz sayılır, ona herkesten önce el koyan Yahudi sahip olur.
3- Yahudi olmayan birinin kaybettiği bir şeyi bulan Yahudi, onu almakta haklıdır.
4- Bir Yahudi, Yahudi olmayana borçlu ise ve bu adam ölüşse, Yahudi, ölen adamın varislerine bir şey ödemeye mecbur değildir.
5- Yahudi, Yahui olmayan herkesi aldatabilir.
6- Günah işlemeye gizli olmak şartı ile müsaade vardır.
7- Sadece Yahudi olanlara insan gözü ile bakılır. Yahudilerden gayrısı birer hayvandır.
8- Yahudi kendinden olmayanın malını çalmak ve işini elinden almakla iyi bir iş yapmış olur.
9- Yahudi olmayanın kanını akıtmak, Allah’a kurban sunmaktır. ( Filistin de, Lübnan da, Irak’ta ve daha birçok yerde Yahudi’nin (ABD ile birlikte) insafsızca kan dökmesinin, Şaron’un  kadın, çocuk, ihtiyar demeden hatta ana karnındaki yavruyu bile öldürmesinin sebebi işte budur.)
10- Yahudi olmayan diğer insanlar tamamı ile dünyevi aşağı ırktır. Onlar sadece Yahudilere hizmet etmek için yaşamaktadır, onlar küçük hayvanlardır.
11- Haham’ın sözü, peygamberinkinden üstündür.
12- Haham Abduhu diyor ki: Haham Allah’ın hükümranlığına sahiptir, Allah onların isteklerini yerine getirmeye mecburdur.
13- Sihirbazlık efendimiz tanrıyı gölgeleyecek kadar tehlikelidir. Bununla beraber Haham Cehanina bundan hiç çekinmedi ve bunun içindir ki o (haşa) Allah’tan çok daha büyüktür.
DEVAM EDECEK











9 Ağustos 2014 Cumartesi

İsrail katillerinin bu yazıda anlatılan vahşeti 2000 ile 2008 tarihleri arasını kapsamaktadır. Bu yazı da zaten 2008 tarihli gazete köşe yazımdır. Burada tekrar yayınlanmasının sebebi şartların değişmediği, Müslüman’ın da mücadele güç ve azminin artarak devam etmesi gerektiğini vurgulamaktır…                                           

                                            TAŞ DİLE GELECEK

            Filistin, Hz. Ömer (ra) zamanında İslam topraklarına katıldı; bir ara Hıristiyanların eline geçti ise de Selahaddin Eyyubi tarafından tekrar alındı, Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı Toprakları içerisinde uzun ve huzurlu bir dönem yaşandı. 1897 de İsviçre’nin Basel Şehrinde Haham Teodor Herzel başkanlığında yaptıkları toplantıda alınan karar gereği Yahudi’ler, Filistin toprakları üzerinde İsrail Devletini kurma çalışmalarına başladılar. Ancak karşılarında Allah’ın Evliya Kullarından Abdülhamit Han vardı, onu halletmeden bu işi başaramayacaklarını anladılar ve bin bir türlü oyun, hile ve desiseler çevirerek, medya ve yerli işbirlikçi hainlerin de yardımları ile ( O tarihte yalnız İstanbul’da yayınlanan 50 gazete çıkıyordu bunların 36 tanesi azınlıklarındı.) Abdülhamit Tahttan indirildi ve 1948 de İsrail Devleti ABD ve İngiliz’lerin kontrolünde kuruldu, halen de onların kontrolündedir. Yahudiler 1948-1954-1967 ve 1968 de Araplarla savaştılar, her savaştan sonra işgal ettikleri toprakları biraz daha genişlettiler. Amerika’nın desteği ile siyonistler 1968 de Kudüs’ü de işgal ettiler.
            Filistin Ulusal Haber Merkezinin bildirdiğine göre, İsrail Ordusu Eylül 2000 den 2008 e kadar 4.032 Filistinliyi öldürdüler, 44.666 kişiyi yaraladılar, öldürülen çocuk sayısı 750, ayrıca Filistinlilerin evlerine açılan ateş sonucu 732 erkek, 262 kadın Filistinli hayatını kaybetti. İsrail Ordusu, Filistin Güvenlik Güçlerinin 344 üyesinin yanında 817 öğrenciyi de öldürdü. Yargısız infaz sonucu ve suikastla öldürülenlerin sayısı ise 325 tir. Aralarında çocuk, kadın ve yaşlıların da bulunduğu 131 kişi keyfi olarak, araçları bekletilerek, tedavilerine izin verilmeyerek İsrail Ordusu tarafından ölümlerine sebep olunmuştur. 36 doktor,36 sivil savunma mensubu ve 9 gazeteci yine İsrail Ordusu tarafından öldürülmüştür. İsrail Ordusunun okullara açtığı ateş sonucu 4.800 öğrenci yaralanmış, 8.550 Filistinli halen İsrail hapishanelerinde eziyet görmektedir. İsrail Ordusu 2001- 2005 tarihleri arasında yerleşim mahallelerine 31.712 defa saldırmıştır. Hani Yahudi bir taraftan adamı döverken, bir yandan da  “imdat, yetişin, beni dövüyorlar” diye bağırır ya işte onun gibi şimdi de Hamas bana saldırıyor diye bağırıyor, Hamas saldırıyorsa erkekçe Hamas’la savaş, o günahsız bebeklerin ne suçu var? Ama nerde sende o cesaret?
Evet daha bitmedi. Tahrip edilen Filistinli evi 69.843, bunların 7.995 i Gazze’de,  63. 099 ev kısmen tahrip edilmiş, bunların da 22.897 si Gazze’de. 590 Kamu binası ve güvenlik tesisi, 12 üniversite ve okul tahrip edilmiş veya kapatılmıştır. 76.867 dönüm ekili arazi İsrail ordusu tarafından buldozerlerle tahrip edilmiş, 135.552.690 ağaç yok edilmiştir. İsrail’in Son Gazze saldırısında kullanılması yasak olan Fosfor ve Misket bombaları da kullanılarak 1.100 Filistinli öldürülmüş, 5000 den fazla Filistin’li de yaralanmıştır; bunların üçte biri çocuk, kalanların üçte biri de kadındır.  Kadın, çocuk demeden topyekun bir yok etme hareketi dikkat çekiyor. Bu hareketin kaynağı onların kendi elleri ile değiştirdikleri (muharref) tevratlarıdır. Çünkü Yahudi bu kaynağa dayanarak kendinden başkasını insan olarak görmediği gibi, Arz-ı Mevud sınırları içerisinde canlı olan, nefes alan ne varsa yok edilmesi gerektiğine inanıyor. Yedi kavmi yok edeceksin diyor adamlar. Arz-ı Mevud sınırları içerisine Cennet Vatanımız da girdiğine göre şimdi Yahudi ile olan tüm ikili anlaşmaların tekrar gözden geçirilmesi, Türkiye- Amerika-İsrail ortak askeri tatbikatı, İsrail’e verilen Tanklarımızın modernizasyonu dahil, Yahudi ve onların koruyucularının ekonomik yönden zayıflatılması için gereken her şeyin yapılması icabetmez mi? Onlara sağlanan her kuruşun yarın sana veya kardeşine kurşun olarak geri döneceği açık değil midir? Daha yeni İsrail ŞAZ Partisi lideri (Müslümanları kastederek) bunları böcek gibi ezmeliyiz, onların üzerlerine  Nükleer bomba (Atom bombası) atmalıyız diyordu.
            İsrail’in son  Gazze saldırısı süresince görüldü ki, Türk Halkı başta olmak üzere bütün İslam ülkelerinde İsrail’e ve onların koruyucusu durumunda olan devletlere büyük bir başkaldırı, infial ve protesto vardır. Millet topyekun  tepkilerini var güçleri ile göstermiştir. Bu bir şarj oluştur, bu şarjın deşarjı önünde kimse duramayacaktır.
            Ebrehe’nin Ordusuna Ebabil kuşlarının attığı taşlar misali, düşmana taş atan her Filistin’il çocuk bir Ebabil Kuşudur. Ebabil’in ayaklarında, Filistinli çocukların ellerinde hedefe atılan taş vardı ve aşağıya aldığım Hadis-i Şerifte de taş dan söz edilmektedir. İnşallah vakit tamam, İslam Topraklarının bağrına paslı bir hançer gibi saplanan İsrail belasının sonu geldi. İşte size bu mijdeyi veren Hadis-i şerif.
            Peygamber Efendimiz (sav)Buyuruyor ki: “ İleride Müslümanlar Yahudi ile harbedecek, (onları yok edercesine yenecekler) hatta onlardan bir Yahudi taş arkasına saklansa da (sağ kaldığı fark edilse) taş parçası da (dile gelecek) Ey Allah’ın Kulu! Şu arkamdaki Yahudi’dir, onu da öldür diyecektir.”
Kaynak: Buhari (Tecrid-i Sarih) Di. İş. Başk. C/8- Sf: 342. H.No:1232
            Ağır yaralı, olan bir Gazze’li Mücahid’ in şu duası ile yazımızı bitirelim. Diyor ki
Şehid olmek üzere olan Hamas’lı Mücahid: “ Allah’ım Cennetini hak edecek bir fiil ve harekette bulunamadım, âhirette bana af kapını aç…” Görüyor musunuz şu tevazu-u? Ey Gazze için maddeten, manen, bir şeyler yapan! İşte sen, bu hareketinle böyle insanların yanında olduğunu gösteriyorsun, Gazze’ye de, bütün teknolojik gücüne rağmen düşmanı pes ettiren Gazzeliye de, sana da selam olsun.   

            

8 Ağustos 2014 Cuma

Bu tür yazımın uzadığını biliyorum ama bazıları Allah’ın lânetlediği, Peygamberlerin katili terör devlet İsrail hakkında yazılan bu yazılardan rahatsız oluyorlar, biraz daha rahatsız olsunlar diye ….

                           TERÖR VE KAYNAĞI -II-

            Geçen hafta terör ve kaynağı başlıklı yazımızda anarşizm ve terör olaylarının önce Ermeni Asala örgütünün hariciyecilerimize karşı işledikleri cinayetlerle başlayıp, sonra PKK ya dönüştüğünü, manevi boşluğun, din ve kültür yozlaşmasının teröristin yetişmesine zemin hazırladığını yazmış ve konuya devam edeceğimizi bildirmiştik. Bu gün o konu üzerinde duracağız.
Terör olaylarının temelleri büyük oranda Amerika’nın barış ğönüllüleri adı ile memleketimizde yaptığı çalışma ile başlamış veya en azından bu çalışmalarla hız kazanmıştır. Barış Gönüllüleri, ne fiyakalı bir isim değil mi? İlk duyulduğunda insanda saygı uyandıran bir ifade.    
Peki barış gönüllüsü nedir: Efendim bu Barış Gönüllüsü Amerikalı birtakım insanların 1962 ile 1973 tarihleri arasında kendi memleketlerinde gerekli eğitim ve seminerleri aldıktan, en titiz çalışmaları yaparak  iyice yetiştirildikten sonra Türkiye’ye gönderilen casuslardır. Bunlar bir ülkeye nasıl fitne tohumları ekilir, etnik ayrımcılık nasıl körüklenir ve kışkırtılır, insanlar nasıl ifsat edilerek birbirlerine düşman edilir bütün bunları gayet iyi biliyorlardı. DP den sonra onun yerine kurulan AP nin başına getirilen ve ilk seçimlerde de Başbakan olan Süleyman Demirel’in Başbakanlığı zamanında Türkiye’ye 2000 kişi civarında gelmişler ve okullarda İngilizce Öğretmenliğinden tutun da, köylerde ev ekonomisi ders ve kursları, köyün ve köylünün kalkındırılması, tarımsal verimliliğin artırılması gibi konularda faaliyet göstermişlerdir. İlk bakışta insan ne hoş, ne kadar güzel şeyler bunlar diye düşünmeden edemiyor. Ama unutulmamalıdır ki zehir teneke kutuda değil, billur kâselerde sunulur.
Barış Gönüllülerinin faaliyet alanları daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimiz ile Karadeniz Bölgemizdi. Dikkat edilirse anarşinin, terörün, bölücülüğün en çok yaşandığı yerler de buralarıdır.
O yıllarda mesleğe yeni atılmış idealist bir öğretmendim. Fatsa da esmer tenli bir Amerikalı Barış Gönüllüsünü bir hayli sıkıştırmıştık. Ancak o genç yaşta asıl sıkıştırılması gereken onlar değil, onları buraya getiren zihniyet olduğunu tabi ki tam manası ile bilemezdik.
Aynı fonksiyonu icra eden Çekiç Güç ile birlikte Barış Gönüllüleri de 1973 yıllarında MSP ( Milli Selamet Partisi) nin hükümet ortağı, Erbakan Hoca’nın Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptığı yıllarda memleketimizden def edilmişlerdir. Ancak ektikleri fitne tohumlarının sıkıntılarını terör faaliyetleri olarak hâlâ görmekte, yaşamaktayız.
Osmanlının son zamanlarında, özellikle Abdülhamit Han zamanında Yahudi asıllı Moiz Kohen, daha sonra Tekin Alp adını alarak Ziya Gökalpi de etkilemiş ve Pantürkizm adı ile bir çalışma içerisine girmişlerdi. Düşünebiliyor musunuz bir Yahudi ile Kürt asıllı bir vatandaşımız Türkçülük çalışması yapıyorlar. Moiz Kohen yani Tekin Alp’in düşüncesi, “Türke, ben türküm diye havaya yumruk sallatmadıkça, Kürde ben de Kürdüm dedirtemezsin” şeklinde özetlenebilir. Buna karşılık Abdülhamit Han (Panislamizm) harektini başlatmıştır. Çünkü Abdulhamit ırkçılığın bölünmeye, İslâmın ise birliğe sebep ve vesile olacağını biliyordu. O zamanki Pantürkizm hareketi Misyonerlik faaliyetleri ile de desteklenmiş ve işte yukarıda da bahsettiğimiz gibi etnik ayrımcılık hortlamıştır. Günümüzde bu durum bölücülüğe kadar varmıştır.
Tarihçilerimizin dediğine göre dünya çapında bir siyasi daha olan Abdülhamit bu durumu görmüş, ırkçılığa dayalı bölünmeyi, İslam Birliği ile önlemeye çalışmıştır. Daha önce de ifade ettiğim gibi İslam, Müslümanların ortak paydaları olduğu için Panislamizm hareketi çok başarılı olmuştur. Bunu özellikle Afrika da faaliyet gösteren Fransız Misyonerlerin kendi krallarına yazdıkları mektuplardan öğreniyoruz. Diyor ki Fransız Misyonerleri adı geçen mektuplarında.
“ Abdülhamit’in Misyonerleri ( Tebliğcileri demek istiyor.) karşısında aciz kalıyoruz, onlar çok başarılı oluyorlar, hepsi de aynı şeyi söylüyorlar…”
Tabi ki aynı şeyi söyleyecekler, çünkü onlar halka İslam’ı anlatıyorlardı.
Sonuç olarak şunu söylemeliyim ki: Son yıllarda Milli birliğimiz için en etkili yol olan İslami eğitime daha da önem verilmelidir. Okullarımızda İslami eğitime önem vermemek bindiğimiz dalı kesmekten farksızdır.




7 Ağustos 2014 Perşembe

                                                           TERÖRÜN KAYNAĞI (11)
                                                                                                 9/10/2007

Bu günkü yazımızda günümüzün en aktuel konusu olan terör ve terörün kayağ üzerinde duracağız. Terörle nasıl mücadele edileceği elbette bizim konumuz değil, çünkü o konuyu ve onunla mücadeleyi yetkililer ve güvenlik güçlerimiz gayet iyi bilmekte ve başarıyla yürütmaktedirler. Biz bu yazımızda özellikle terörün kaynağı üzerinde duracağız.
Bizim hatırladığımız ve şahit olduğumuz ilk ciddi terör olayı özellikle hariciyecilermize, konsolosluklarımıza, büyük elçiliklerimize yönelik olarak yapılan Ermeni Asala Terör örgütünün yaptığı cinayetlerdir. Bu olaylarla birlikte belki de bunlardan da önce cennet vatanımızda sağ, sol olayları hız kazanmıştı.
Sağ, sol olaylarının temelinde etnik ayrımcılık, bir başka ifadeyle ırkçılık ve zengin- fakir kışkırtmacılığı yatmaktadır. Şu anda ilçemizde yaşayan ve 1980 de solculuktan tutuklanarak içerde yatmış olan bir kişiye dedim ki, “ o zamanki düşünceniz neydi, neye inanıyor ve ne yapmak istiyordunuz?” Bana verdiği cevap çok enteresan ve ironik. Şimdi 40-45 yaş civarında olan arkadaş şunları söylüyor: “ Biz fakir aile çocuklarıyız, zenginler rahat yaşıyorlar, bizler sürünüyorduk ve onların mallarında, paralarında bizim de hakkımız olduğuna inandırılmıştık, hatta Gemlikteki zenginlerin yerlerini ve apartmanlarını aramızda taksim bile etmiştik; devrim gerçekleşince oraları alacağımıza inanıyorduk…”
Allaha şükürler olsun günümüzde o fitne sönmüş, şimdi sağcıda, solcu da o zamanki durumlarına gülüyor ve kol kola geziyorlar.
Etnik ayrımcılığa dayanan, önce Asala Ermeni Terör Örgütünün başlattığı olay zaman içinde PKK olarak şekil değiştirdi ve halen devam ediyor.
Her terör olayının, memleketimizde çıkan her karışıklık ve huzursuzluğun temelinde o olayı körükleyen daha başka hesaplar, planlar yatmaktadır.
1955 te Moskova’da üst seviyede yapılan bir kominist teşkilatı ( politbüro) toplantısında bir ülkeyi bölmek, parçalamak, huzursuz etmek ve tabi yıkmak için  birtakım kararlar alınmıştır ki o karların bir kısmı şunlardır.
1- Hedef ülkenin dinini bozup yozlaştırın, ülke halkı dinden uzak (laik) bir hale gelsin.
2 – Hedef ülkenin dilini bozunuz.
3 – Hedef ülkenin kültürünü yok ediniz.
Dikkat edilirse bu üç unsur milleti millet yapan, bir arda tutan hususlardır. Bütün bunlar memleketimizde ve milletimiz üzerinde titizlikle uygulanmış, denenmiş, denenmeye devam edilmektedir. Dünyanın gözü ve kıskançlığı üzerimizdedir ve topraklarımız üzerinde bazı terörist devletlerin gözü vardır. Lozan imzalanıp, düşmanlarımızın Sevr hedefleri gerçekleşemeyince, menfur emellerine başka yollarla adım adım varmak istemektedirler.          Önce şunu hiç unutmamak gerekir ki dünyada bir buçuk milyar Müslüman yaşamaktadır ve bu muazzam insan topluluğunun ortak paydası İslam dır, onun için dini bozmak, yozlaştırmak istemektedirler. Çünkü din, yani inanç insanları birbirlerine bağlayan en kuvvetli bağdır.
            Eski Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan bir anekdotunda şunları anlatmıştı. “ Yanımda genç bir mühendisle doğu illerimizden birine bakanlığımla ilgili bir görev için gitmiştik. Biliyorsunuz doğu insanının dini hassasiyetleri kuvvetlidir. Doğu insanı Türkçe nin yanında Arapça ve Kürtçe de konuşur, kıyafetleri de lisanları gibi değişik olabiliyor. Yanımıza entarili, başı poşulu yakışıklı bir geç geldi. Benimle birlikte olan genç mühendis ona (Hangi millettensin) diye sorunca doğulu genç ( Milleti İbrahimdenim) dedi” diyor. Biliyorsunuz Milleti İbrahim Kurani bir tabirdir ve Peygamberimizin de mensubu olduğu İslam Milletidir.
            Evet olaya böyle yaklaşıldığında %99 u Müslüman olan vatandaşlarımızın tamamı İslam ortak paydasında birleşmiş ve buluşmuş olur, bu birliktelik giderek dünya nüfusunun üçte birini oluşturan Müslümanları içine alır ve sonuçta dünya İslam birliği ile noktalanır ki düşmanlarımızın korkusu işte budur.
Dünya İslam birliğinin temeli D8 lerle atıldı; inşallah duyarlı bir iktidar bu konuyu ele alır. İşte o zaman Hadis-i Şerifte “ Taş dile gelir ve der ki ey Müslüman arkamdaki Yahudidir onun haddini bildir” der.     DEVEM EDECEK (1).

           




6 Ağustos 2014 Çarşamba

                                                             TERÖR

            Hiç kimsenin en ufak bir rahatsızlığını istemem. Herkese Hulefa-i Raşidin dönemi kadar özgürlük isterim (Demokrasi isterim demiyorum çünkü en ileri demokrasilerin getireceği rahatlık bile o döneme göre solda sıfır kalır.) Hele siyasi bakımdan aykırı fikirlerin söylenip yazılması, rahatça tartışılması taraftarıyım. Fikirler tartışılmalı ki hakikatler meydana çıksın. Fikre, düşünceye yasak getirenler, kendi fikirlerine güvenemeyenlerdir. Ancak fikir ve düşünceler de toplumun faydasına çalıştırılmalı, terör gibi, genel ahlaka aykırılık gibi  toplumu rahatsız edebilecek, toplumun bozulmasına sebep olabilecek durumları destekleyip yardımcı olmamalıdır. Bu sebeple İslami kaynaklarımız “faydasız ilimden Allah’a sığınırım diye dua etmemizi tavsiye etmektedir.” Terör genç- ihtiyar, kadın-çocuk, haklı- haksız demeden topyekun bir öldürme hareketidir; İsrail’in ve ABD nin yaptığı gibi. Bir kişi teröristi destekleyen yazılar yazıyorsa, terörün yanında yer alıyor demektir. Onun için terörist başını öven kişiye adli makamlarımız gel bakalım buraya der. Malesef günümüzde her şey birbirine karıştı,  hangi hareketin  terör hareketi olduğu, teröristin kim olduğu söyleyenin gücüne göre algılanır ve değerlendirilir oldu.
Hani: Amerika’da küçük kız çocuğuna azılı bir kuduz köpek ağzından salyalar akarak saldırmış. Bu durumu gören bir kişi hiç tereddüt etmeden, canını tehlikeye atarak kuduz köpekle uzun süren bir mücadelenin sonunda köpeği öldürmüş ve tabi köpeğin darbesiyle yere düşen ve bir daha kalkamayan çocuğu kucağına alarak kurtarmış ve oradan uzaklaştırmış. Polisler adama “sen bir kahramansın, senin gibi insan bu zamanda az bulunur, yarın bütün gazeteler senden bahsedecekler, kahraman Newyork’lu küçük kızı kurtardı diye yazacaklar” demişler. Adam “ Ben Newyork’lu değilim ki” demiş. Polisler “olsun, o zaman kahraman Amerikalı küçük kızı kurtardı diye yazacaklar” demişler. Adam, ama ben Amerikalı da değilim” deyince, “ya nerelisin” diye sormuşlar. Kahraman adam, “Iraklıyım demiş.” Ertesi günkü gazeteler “terörist Iraklı güzel ve zavallı köpeği öldürdü” diye yazmış. Günümüzde durum bu. Zalim gelmiş uzaklardan. Irakta, Afganistan’da, Somali’de, daha dün Vietnam’da, elli yıldan beri gayrı meşru çocuğu olan terör devlet eliyle Filistin’de kan döküyor, buna rağmen terörist saldıran değil, saldırıya uğrayan oluyor.
               Ordumuz terörist PKK üzerine bir sınır ötesi harekat yaptı. Hedefine vardı ve döndü. Milletimiz onlara teşekkür borçludur. Zaten silahlı kuvvetlerimizin her ferdini en alttan, en üste kadar bağrına basarak bunu gösteriyor. Geçenlerde tv da dinledim ve gördüm. Diyor ki Yaşar Büyükanıt Paşa: Bir şehit cenazesinde şehidin tabutuna örtülen bayrağı babasına verdim. Acılı baba “ ne mutlu bana ki şehit babasıyım” dedi.
Paşamız devam ediyor: Şehidin babaannesi, belki yaşı benden küçük ama ben onun elini öptüm; (Bu, Büyükanıt Paşa adına çok hoş ve insani bir davranıştır.) daha sonra gazeteciler Genel Kurmay Başkanı senin elini öptü ne hissettin diye sorduklarında, şehidin babaannesi, “Ben o anda kendimde değildim, yoksa elimi öptürür müydüm, ben onun elini öperdim” ve ekliyor Büyükanıt, işte milletimiz budur, şu güzelliğe bakın diyor...
           


3 Ağustos 2014 Pazar

                     TERÖR DEVLETİ KATLİAMA DEVAM EDİYOR-2

            Düşünüyorum da, normal şartlarda makul bir izah şekli bulamıyorum. Tek bir kişi olsa bu işi yapan, akli dengesi bozuktur, cinnet geçirmiştir vs gibi bir şey söylenebilir belki ama bu işi yapan bir devlet. Meclisi var, bakanları, cumhurbaşkanları var, ordu mensupları var, bu nasıl olabilir, bu kadar düşmanlık niyedir, anlamakta zorlanıyorum. Sen tut( kendi inancına göre) yorucu bir iş yapmanın bile yasak olduğu Cumartesi gününde, hem de okullardan öğrencilerin dağılma saatinde 60 adet uçakla çocuk, kadın, ihtiyar demeden sivil halk üzerine gökten ölüm yağdır.
Sonunda bu şaşkınlığımın izahını Kuran’da buldum.
            Bir şeyi en iyi, en mükemmel şekilde izah eden Cenab-ı Hak’tır. “O”ndan daha güzel izah edebilen bulunamaz. Kuran’ı baştan sona meali ile birlikte okuduğumuzda, tarihler boyu her peygamber döneminde Yahudiler’in kim olduklarını, neler yaptıklarını, kaç tane peygamberi nasıl öldürdüklerini görüyor ve öğreniyoruz. İslam Milletinin elinde Kuran olduğu, onu okuyup anladıkları sürece de bu durumu bilip öğrenmeye devam edeceklerdir. İşte bu sebeple Siyonistler İslam’a dolayısı ile Müslümanlara düşmandırlar. Onlar dinlerini öğrenmesinler diye Hadis-i Şerifler dahil İslami kaynakları bozmak, değiştirmek istediler. Cenab-ı hakkın korumasında olan İlahi Kitabı değiştiremeyeceklerini anlayınca, onu Müslümanların anlayamamaları, okuyamamaları, cahil olarak kalmaları için elinden geleni yaptılar. Bu cümleden olarak eğitim sistemimizin 5+3=8 yıllık mecburi eğitim şeklinde olması mümkünken, 8 yıllık kesintisiz mecburi eğitm sisteminin kabul edilmesi bilerek veye bilmeyerek onların emellerine hizmet etti, böylece Kuran öğrenimi önüne büyük bir engel daha  konmuş oldu.
            Öğretmenlik hayatım süresince her fırsatta, girdiğim her sınıfta bütün bilgi ve ifade  gücümü kullanarak öğrencilerime anlattım, hayatım boyunca her toplantı ve sohbet zemininde de anlatmaya devam ediyorum, diyorum ki: Kardeşlerim! Yahudi İslam’a düşman olduğu için, Müslümanlara da düşmandır. Hedeflerine varabilmek, emellerini gerçekleştirebilmek  için çeşitli yollara başvururlar; başvurdukları yollardan biri de Siyonizmin yan kurulşları olan Rotari-Lions-Mason Kulüpleri vasıtası ile halkımızın içerisine girmek, ifsat görevlerini o kulüplere üye ettikleri kendi insanımız vasıtası ile gerçekleştirmektir. Rotari ve Lions Kulüpleri Masonluğun ana okullarıdır, bir ilerisi Masonluk, ondan sonra Siyonizm gelir. Durum bu olduğu için tekrar diyorum ki…
            Ey bu vatanda yaşayan, bu vatanın ekmeğini yeyip, suyunu içen, her nasılsa Rotari,Lions ve Mason Kulüplerine kendini kaptırmış, üye olmuş insanlar ve bunlara çanak tutan (satılmış)  basın yayın organları lütfen düşünün, Filistin’de işlenen şu cinayetleri ruhen canavarlaşmamış, normal insan yapabilir mi?
-Bu cinayetleri işleyenleri nasıl kendinize dost ve önder ediniyorsunuz. Siz hiç düşünmez misiniz?
-Filistin’de geçmişten bu güne her aileden en az bir şehidimiz yatmıyor mu? Orası  aynı zamanda Mekke ve Medine gibi bizim yurdumuz değil mi?  
-Terör devletinin yarım asırdan beri orada neler yaptığını görmüyor musun?
-İsrail’in Arz-ı Mevud emelleri içrisine Cennet Yurdumuzun Güneydoğu ve Doğo Anadalu Bölgeleri de girdiğine, yani zalimlerin bizim yurdumuzda da kör olası gözleri olduğuna göre, bugün Filistin halkına bu katliamları yapanların, yarın bizim insanımıza da aynı şeyleri yapabileceklerini hiç düşünmüyor musun?
- İşte binlerce ölü ve  yaralı, bu saldır bir terör hareketi değil midir ve devlet terör yapar mı?
- Terörün dini ırkı, milliyeti olmaz, terörle herkes mücadele etmek zorunda deği midir?
-Ey bu milletin bir ferdi olup da, her nasılsa Mason olmuş, Rotari-Lions Kulüplerine katılmış olan insanlar, kendinize gelin, düşünün, Allahın düşmanlarını dost edinmeyin.









2 Ağustos 2014 Cumartesi

Bu yazı bundan çok önce yazılmış bir gazete köşe yazımdır, dikkat edilirse şartlar hiç değişmemiş, katil daha da azıtmıştır.

 TERÖR DEVLETİ KATLİAMA DEVAM EDİYOR-1

            1950 nin sonları ile 1960 larda Kıbrısta Papaz Makaryos’un önderliğinde Kıbrıslı Müslümanlara (İsrailin yaptığı kadar olamasa da) hunharca katliamlar yapılıyordu. İletişim araçları bu günkü kadar gelişmiş değildi ama, bu katliamlara karşı yurdun her tarafından “Ordu Kıbrıs’a “ feryatları yükseliyordu. Ancak  ordu da bir türlü harekete geçmiyordu. Çünkü ordunun Kıbrıs’a veya başka bir yere hareket edebilmesi için hükümetlerin kararı gerekliydi.
            O yıllar ortaokul- lise öğrencisi olduğum ilk gençlik yıllarımdı. Hükümetlerden bir hareket olmayıp, Şanlı Ordumuz Kıbrıs’a hareket etmeyince K. Maraş’tan Adana’ya, oradan da Mersine insanlar yaya veya binekli olarak yürüyüşe geçerler, yurt genelinde sık sık yapılan mitinglere ilaveten Mersinde büyük nümayişler olurdu. Bu mitinglerde ateşli konuşmalar yapılır, şiirler okunur, halk galeyana getirilir, böylece milli duygu canlı tutulurdu. İşte yıllar yılı canlı tutulan, heyecanı hiç eksilmeden süren Kıbrıs milli davamız 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile noktalandı. 1974 te Ordumuzun Kıbrıs’a çıktığı, aşılmaz denen beşparmak dağlarının beş dakikada aştığı gün ne gurur verici bir gündü. O zaman Tv lar bu günkü kadar yaygın olmadığı için haber saatlerinde radyoların başına toplanan halkın hissiyatını bu günkü gibi hatırlıyorum. Bu hissiyat Kıbrıs’a çıkma konusunda devletten önce milletin verdiği kararın dışa vurumuydu.
            1947-48 yıllarında Amerika ve İngiltere’nin kontrolünde, bir çıbanbaşı olarak Filistin Toprakları üzerinde zor kullanılarak kurdurulan İsrail işgal ve terör devleti, o günden beri Filistin’de kan dökmeye devam ediyor. Ne kana doymaz insan kasapları çıktı İsrail’den. Ariel Şaron’lar, Moşe Dayan’lar, Olmert’ler ve daha niceleri. Kan dökmek bunların genlerinde var. İlk döktükleri kan Peygamberlerin kanlarıdır, en sonuncusu de 27 Aralık 2008 Cumartesi günü gökten yağan ölüm bombaları ile 400 den faza Filistinli Müslüman’ın Şehit edilip, 1000 kişi kadarının da yaralandığı olaydır. Şimdi ordu  Filistin’e gitmediği gibi, ordu Filistine diyenler de yok. Çok hassas ve duyarlı vatandaşlarımızın yanında, birkısım medya gibi birkısım insanımız TV larının başında koltuklarına yaslanmış vaziyette, ölen ve yaralananlara bakıp da keyifleri kaçmasın diye tv nun kanallarını değiştiriyor ve belki başını sağa sola sallayarak “cık, cık, cık” diye öfke sesleri çıkarıyorlar o kadar. Oysa Filistin de bizim vatanımızdır. Çünkü Mekke gibi, Medine gibi “ Kulu (Hz. Muhammed sav) nun bir gece Mescid-i Haram’dan, etrafı mübarek kılınan Mascid-i Aksa’ya, oradan da Miraca yükseltildiği” ilk kıblemiz Kudüs Filistindedir. Kâbe’ye karşı vuku bulacak bir saldırıya Müslümanlar nasıl duyarsız kalamazlarsa, Filistin’e yapılan saldırılara da duyarsız kalamazlar. Bu duruma göre Filistin, İstanbul’dan, Ankara’dan, İzmir’den, Adana’dan, Tunceli’den farklı değildir. Peki farklı değilse neden meydanlar, caddeler, sokaklar dolusu insanlar Filistin diye yeri göğü inletirken, İslam Milletinin başındaki hükümetler yeterli duyarlılık ve cesareti göstermiyor, harekete geçemiyorlar? Bu millet  Kıbrıs’a neredeyse denizi yararak gitmek istiyordu, şimdi görüyoruz ki birkısım boyalı basın “Efendim HAMAS İsraile füze attı da onun için İsrail saldırdı” gibi nerdeyse katili haklı çıkaracak bir yayın yapıyor ve buna rağmen insanımız o gazeteleri alıyor, kendi parası ile yaşatıyor, ne oldu bu insanlara?
            Dünya Müslümanları, başlarındaki idareciler fiili müdahale dahil bu işe köklü çözüm bulana kadar evlerine girmemeli, tepkiler her gün artarak devam etmelidir.Belki o zaman makam düşkünü zâlim idareciler Allah’tan değil de makamlarının gitmesinden korktukları için göstermelik de olsa harekete geçebilirler.
           



                  

                                 MÜFTÜLÜK MAKAMINA
                                                                      BURSA

Bursa Esentepe Camiinde Ramazan’ın son on gününde Mütekif olarak bulunan bizler, öncelikle bu ibadete öncülük eden, İtikâf yapanların işlerini kolaylaştıran il ve ilçe müftülerimize, on gün boyunca iftar yemeklerini tam zamanında yetiştiren kuruluşlarımıza teşekkür ve dua ederiz.

On gün boyunca camiden hiç çıkmadan yaptığımız bu ibadetle 1- Beş vakit namazı camide cemaatle kılmak 2- Yapılan vaaz ve nasihatleri baştan sona dinleme ve istifade etme imkânı bulmak. 3- Kaza ve nafile ibadetleri artırmak. 4- Bu zaman zarfında en az bir hatim yapmak. 5- Şahsımız, ailemiz, milletimiz ve mazlum İslam Milleti için dua ve niyazlarda bulunmak, 6- Meal, ilmihal ve benzeri eserlerle ( zamanın elverdiği oranda) İslami bilgilerimizi artırma gayreti içerisinde olmak. 7- Uyku dışında günün her saatini bu minval üzere geçirmek. 8- Günün dedikodu ve meşguliyetlerinden uzak samimi bir özeleştiri ve tefekkürde bulunmak. 9-Bin ay ( 83 yıl) dan daha hayırlı olan Leyle-i Kadr’in bu on gün içerisinde olduğunun şuuru içerisinde olmak. 10- Az yemek- az uyumak, az konuşmak gibi hasletleri huy ve alışkanlık haline getirmeye çalışmak gibi güzelliklerin yaşandığını söylemek mümkündür.

ANCAK: Bu güzelliler yaşanırken birtakım zorluklarla karşı karşıya olunduğunu da söylemek durumundayız.
Şöyle ki: a-Bu ibadet sünnettir, yemekten önce ve sonra el yıkamak ta sünnettir. b- Cuma günü bir duş yapıp bu sünneti de yerine getirerek, Cuma Namazını kılmak bu sıcak aylarda daha da önem kazanmaktadır, ama  mütekif bu imkandan yoksundur.  c-Camiler cemaatin girip çıktığı yerler olduğu için mütekifin özel eşyaları caminin görünümü ile uyum sağlamamaktadır.

Bu ve benzeri ihtiyaçlardan dolayı durumu müsait olan camilerin uygun yerlerine bir lavabo ve duş düzeni ile portatif de olsa kapalı bir mekân yapmak mümkün olabilir. Ayrıca hiç olmazsa bundan sonra yapılan ve yapılacak olan camilerde bu hususlar dikkate alınabilir diye düşünüyoruz.
İl Müftülüğümüzün ilçe müftülüklerine bu durumu bildirmesi veya tamim etmesinin önemi açıktır.

Esentepe Camiinde İtikâfta bulunan bizler bu hususları Müftülük Makamlarımıza arzetmeyi uygun bulduk.

Ahmet Tiryaki -  Ömer Kangal -   Cemil Güleroğlu  -  Fahrettin Efe    ve  Osman Kahveci



 





8 Haziran 2014 Pazar

                                       
Not: Yakında (bu ay içerisinde) yayınlanacak olan iki kitabımdan birinin ara başlığıdır.


                                 BİR HATIRLATMA                         

Dil, Cenab-ı Hak’kın insanlara verdiği en önemli organlardan biridir. “İnsanlar konuşarak, hayvanlar koklaşarak anlaşırlar” dense de, hayvanların  hatta bütün canlıların da bir anlaşma şekillerinin olduğu bilinmektedir. Nitekim Kuran’ın ifadesi ile, Süleyman (AS) ‘ın ordusu Karınca Vadisinden geçerken, bir karıncanın: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin,” demesinden; yavrularını yeni çıkarmış kuşun bir yiyecek  bulduğunda onları çağırış şekline, Ezanla birlikte başını semaya çevirerek değişik sesler çıkaran  köpeğin feryadına varana kadar birçok olaydan bunu anlamaktayız. Ayrıca (İsra suresi ayet 44) te “ Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan he şey onu tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz onların tesbihini anlamazsınız. O, Halim’dir, bağışlayıcıdır.” buyurulmaktadır. Elbette bu zikir ve tesbih bir lisanladır, ama nasıl? Bu nasıl sorusuna cevap bulamadığımızda, yani mahiyetini bilemediğimiz bir şeye yok deme hakkımız var mıdır?
            “İnsan konuşan bir hayvandır,” diyor batılılar. Bunun aslı “Hayevan” dır, yani canlı demektir. Atalarımızın, “insan konuşan bir hayevandır (canlıdır)” güzel ifadelerini batılı, işte insana hakarete varan bu hale sokmuştur.
            Lisan güzel olmalı, “Ya hakkı söylemeli, yahut da susmalıdır.” 
            Gıybet eden, dedikodu yapan, yalan söyleyen, laf getirip- götüren, sır saklamayıp ifşa eden dil, sahibini felakete sürüklüyor demektir.
         Cenab-ı Hak’kın bir adı da “SETTAR” dır, “örten, setreden, gizleyen” demektir.

SETTAR  
İfşa etme setreyle duyar isen.
Bırak örtülü olan öyle kalsın.
Sakla sırrı, faş eyleme er isen.
Gerekirse setreden SETTAR açsın.

O SETTAR dır örter, saklar, setreder.
İsterse o tüm ayıpları gizler.
Tut dilini, sen hakiki kul isen.
Bağlar seni ağzından çıkan sözler.

Söz deyip geçme sakın ha aman.
Mahracıdır bir şeye değer katan.
Kendine gel ne olur, dilini tut.
Ne söylersen biri var seni duyan.

Maalesef insanımızın zaptedip, sahip olamadığı şeylerin başında dil gelmektedir. Ne zaman konuşulacağını, ne zaman susulacağını bilmek gerekir.
Abdullah Ensari (ra) “ Kişinin sözü, amelinden çok olursa aklı noksandır,” buyuruyor.

“Nice han, nice sultan tahtı bıraktı geçti,
 Bu dünya penceredir her gelen baktı geçti.”

Evet, bakıp geçecek kadar kısa olan bu dünyayı güzel söz, doğru ve iyi amellerimizle süslemeli, Allah’ın “SETTAR” ismi hürmetine susacak yerde susmasını, konuşulacak yerde konuşmasını bilmeliyiz.
Rabbimiz,  bizleri dilimizin âfetlerinden de muhafaza buyursun

1 Haziran 2014 Pazar

                      ER-RAHÎM
          ( Acıyan, pek çok  merhamet eden.)

Kötülerle, iyilerin yaşadığı dünyada,
Hayatla, ölüm,
Güzelle, çirkin,
Sevinçle, keder
Hep yan yana bulunmaktadır.
Ne yazık ki bu dünyada
Şeytan da yaşamaktadır.
Onun şerrinden insanlar
Bütün güçleriyle
Günler ve geceler boyu
Sana sığınmaktadır.
Rahmetine muhtacız,
Acımana, şefkatine.
Ey merhamet kaynağı RAHÎM!
Bu sebeple söyleriz her işin başında,
“Bismillâhirrahmannırrahim.

Her şey zıddıyla kaindir.
İblis olmasaydı belki de
Birçok şeyi sezemez,
Tehlikeyi göremez,
O mübarek RAHÎM sıfatının
Merhamet limanına sığınamazdık.  

Senin esirgemenle sona eriyor acizliğimiz.
Çaresizliğimiz yardımınla hitam buluyor.
Euzubillâh zırhı ile ancak
Şerlerden korunabiliyoruz.
Bîçareyiz,
Yardımına muhtacız.
YA RAHÎM ne olur!
Kötülüklere karşı bize yardım et.
Lutfun ve kereminle bizi gözet.
Merhamet YA RAHÎM!
Lütfen,
Merhamet
Merhamet…          
-------------------------
KÂİN  : Olan. Var olan. Bulunan. Mevcu.