Bu yazı bundan çok önce yazılmış bir gazete köşe yazımdır,
dikkat edilirse şartlar hiç değişmemiş, katil daha da azıtmıştır.
TERÖR DEVLETİ KATLİAMA
DEVAM EDİYOR-1
1950 nin
sonları ile 1960 larda Kıbrısta Papaz Makaryos’un önderliğinde Kıbrıslı Müslümanlara
(İsrailin yaptığı kadar olamasa da) hunharca katliamlar yapılıyordu. İletişim
araçları bu günkü kadar gelişmiş değildi ama, bu katliamlara karşı yurdun her
tarafından “Ordu Kıbrıs’a “ feryatları yükseliyordu. Ancak ordu da bir türlü harekete geçmiyordu. Çünkü ordunun
Kıbrıs’a veya başka bir yere hareket edebilmesi için hükümetlerin kararı
gerekliydi.
O yıllar
ortaokul- lise öğrencisi olduğum ilk gençlik yıllarımdı. Hükümetlerden bir
hareket olmayıp, Şanlı Ordumuz Kıbrıs’a hareket etmeyince K. Maraş’tan
Adana’ya, oradan da Mersine insanlar yaya veya binekli olarak yürüyüşe
geçerler, yurt genelinde sık sık yapılan mitinglere ilaveten Mersinde büyük
nümayişler olurdu. Bu mitinglerde ateşli konuşmalar yapılır, şiirler okunur,
halk galeyana getirilir, böylece milli duygu canlı tutulurdu. İşte yıllar yılı
canlı tutulan, heyecanı hiç eksilmeden süren Kıbrıs milli davamız 1974 Kıbrıs
Barış Harekatı ile noktalandı. 1974 te Ordumuzun Kıbrıs’a çıktığı, aşılmaz
denen beşparmak dağlarının beş dakikada aştığı gün ne gurur verici bir gündü. O
zaman Tv lar bu günkü kadar yaygın olmadığı için haber saatlerinde radyoların
başına toplanan halkın hissiyatını bu günkü gibi hatırlıyorum. Bu hissiyat
Kıbrıs’a çıkma konusunda devletten önce milletin verdiği kararın dışa vurumuydu.
1947-48
yıllarında Amerika ve İngiltere’nin kontrolünde, bir çıbanbaşı olarak Filistin
Toprakları üzerinde zor kullanılarak kurdurulan İsrail işgal ve terör devleti,
o günden beri Filistin’de kan dökmeye devam ediyor. Ne kana doymaz insan
kasapları çıktı İsrail’den. Ariel Şaron’lar, Moşe Dayan’lar, Olmert’ler ve daha
niceleri. Kan dökmek bunların genlerinde var. İlk döktükleri kan Peygamberlerin
kanlarıdır, en sonuncusu de 27 Aralık 2008 Cumartesi günü gökten yağan ölüm
bombaları ile 400 den faza Filistinli Müslüman’ın Şehit edilip, 1000 kişi
kadarının da yaralandığı olaydır. Şimdi ordu
Filistin’e gitmediği gibi, ordu Filistine diyenler de yok. Çok hassas ve
duyarlı vatandaşlarımızın yanında, birkısım medya gibi birkısım insanımız TV larının
başında koltuklarına yaslanmış vaziyette, ölen ve yaralananlara bakıp da keyifleri
kaçmasın diye tv nun kanallarını değiştiriyor ve belki başını sağa sola sallayarak
“cık, cık, cık” diye öfke sesleri çıkarıyorlar o kadar. Oysa Filistin de bizim
vatanımızdır. Çünkü Mekke gibi, Medine gibi “ Kulu (Hz. Muhammed sav) nun bir
gece Mescid-i Haram’dan, etrafı mübarek kılınan Mascid-i Aksa’ya, oradan da
Miraca yükseltildiği” ilk kıblemiz Kudüs Filistindedir. Kâbe’ye karşı vuku
bulacak bir saldırıya Müslümanlar nasıl duyarsız kalamazlarsa, Filistin’e
yapılan saldırılara da duyarsız kalamazlar. Bu duruma göre Filistin,
İstanbul’dan, Ankara’dan, İzmir’den, Adana’dan, Tunceli’den farklı değildir.
Peki farklı değilse neden meydanlar, caddeler, sokaklar dolusu insanlar
Filistin diye yeri göğü inletirken, İslam Milletinin başındaki hükümetler yeterli
duyarlılık ve cesareti göstermiyor, harekete geçemiyorlar? Bu millet Kıbrıs’a neredeyse denizi yararak gitmek
istiyordu, şimdi görüyoruz ki birkısım boyalı basın “Efendim HAMAS İsraile füze
attı da onun için İsrail saldırdı” gibi nerdeyse katili haklı çıkaracak bir
yayın yapıyor ve buna rağmen insanımız o gazeteleri alıyor, kendi parası ile
yaşatıyor, ne oldu bu insanlara?
Dünya
Müslümanları, başlarındaki idareciler fiili müdahale dahil bu işe köklü çözüm
bulana kadar evlerine girmemeli, tepkiler her gün artarak devam etmelidir.Belki
o zaman makam düşkünü zâlim idareciler Allah’tan değil de makamlarının
gitmesinden korktukları için göstermelik de olsa harekete geçebilirler.
MÜFTÜLÜK MAKAMINA
BURSA
Bursa Esentepe Camiinde Ramazan’ın son on gününde Mütekif
olarak bulunan bizler, öncelikle bu ibadete öncülük eden, İtikâf yapanların
işlerini kolaylaştıran il ve ilçe müftülerimize, on gün boyunca iftar
yemeklerini tam zamanında yetiştiren kuruluşlarımıza teşekkür ve dua ederiz.
On gün boyunca camiden hiç çıkmadan yaptığımız bu ibadetle
1- Beş vakit namazı camide cemaatle kılmak 2- Yapılan vaaz ve nasihatleri
baştan sona dinleme ve istifade etme imkânı bulmak. 3- Kaza ve nafile
ibadetleri artırmak. 4- Bu zaman zarfında en az bir hatim yapmak. 5- Şahsımız,
ailemiz, milletimiz ve mazlum İslam Milleti için dua ve niyazlarda bulunmak, 6-
Meal, ilmihal ve benzeri eserlerle ( zamanın elverdiği oranda) İslami
bilgilerimizi artırma gayreti içerisinde olmak. 7- Uyku dışında günün her
saatini bu minval üzere geçirmek. 8- Günün dedikodu ve meşguliyetlerinden uzak
samimi bir özeleştiri ve tefekkürde bulunmak. 9-Bin ay ( 83 yıl) dan daha
hayırlı olan Leyle-i Kadr’in bu on gün içerisinde olduğunun şuuru içerisinde
olmak. 10- Az yemek- az uyumak, az konuşmak gibi hasletleri huy ve alışkanlık
haline getirmeye çalışmak gibi güzelliklerin yaşandığını söylemek mümkündür.
ANCAK: Bu güzelliler yaşanırken birtakım zorluklarla karşı
karşıya olunduğunu da söylemek durumundayız.
Şöyle ki: a-Bu ibadet sünnettir, yemekten önce ve sonra el
yıkamak ta sünnettir. b- Cuma günü bir duş yapıp bu sünneti de yerine
getirerek, Cuma Namazını kılmak bu sıcak aylarda daha da önem kazanmaktadır,
ama mütekif bu imkandan yoksundur. c-Camiler cemaatin girip çıktığı yerler olduğu
için mütekifin özel eşyaları caminin görünümü ile uyum sağlamamaktadır.
Bu ve benzeri ihtiyaçlardan dolayı durumu müsait olan
camilerin uygun yerlerine bir lavabo ve duş düzeni ile portatif de olsa kapalı
bir mekân yapmak mümkün olabilir. Ayrıca hiç olmazsa bundan sonra yapılan ve
yapılacak olan camilerde bu hususlar dikkate alınabilir diye düşünüyoruz.
İl Müftülüğümüzün ilçe
müftülüklerine bu durumu bildirmesi veya tamim etmesinin önemi açıktır.
Esentepe Camiinde İtikâfta bulunan bizler bu hususları
Müftülük Makamlarımıza arzetmeyi uygun bulduk.
Ahmet Tiryaki - Ömer
Kangal - Cemil Güleroğlu -
Fahrettin Efe ve Osman Kahveci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder