8 Ağustos 2014 Cuma

Bu tür yazımın uzadığını biliyorum ama bazıları Allah’ın lânetlediği, Peygamberlerin katili terör devlet İsrail hakkında yazılan bu yazılardan rahatsız oluyorlar, biraz daha rahatsız olsunlar diye ….

                           TERÖR VE KAYNAĞI -II-

            Geçen hafta terör ve kaynağı başlıklı yazımızda anarşizm ve terör olaylarının önce Ermeni Asala örgütünün hariciyecilerimize karşı işledikleri cinayetlerle başlayıp, sonra PKK ya dönüştüğünü, manevi boşluğun, din ve kültür yozlaşmasının teröristin yetişmesine zemin hazırladığını yazmış ve konuya devam edeceğimizi bildirmiştik. Bu gün o konu üzerinde duracağız.
Terör olaylarının temelleri büyük oranda Amerika’nın barış ğönüllüleri adı ile memleketimizde yaptığı çalışma ile başlamış veya en azından bu çalışmalarla hız kazanmıştır. Barış Gönüllüleri, ne fiyakalı bir isim değil mi? İlk duyulduğunda insanda saygı uyandıran bir ifade.    
Peki barış gönüllüsü nedir: Efendim bu Barış Gönüllüsü Amerikalı birtakım insanların 1962 ile 1973 tarihleri arasında kendi memleketlerinde gerekli eğitim ve seminerleri aldıktan, en titiz çalışmaları yaparak  iyice yetiştirildikten sonra Türkiye’ye gönderilen casuslardır. Bunlar bir ülkeye nasıl fitne tohumları ekilir, etnik ayrımcılık nasıl körüklenir ve kışkırtılır, insanlar nasıl ifsat edilerek birbirlerine düşman edilir bütün bunları gayet iyi biliyorlardı. DP den sonra onun yerine kurulan AP nin başına getirilen ve ilk seçimlerde de Başbakan olan Süleyman Demirel’in Başbakanlığı zamanında Türkiye’ye 2000 kişi civarında gelmişler ve okullarda İngilizce Öğretmenliğinden tutun da, köylerde ev ekonomisi ders ve kursları, köyün ve köylünün kalkındırılması, tarımsal verimliliğin artırılması gibi konularda faaliyet göstermişlerdir. İlk bakışta insan ne hoş, ne kadar güzel şeyler bunlar diye düşünmeden edemiyor. Ama unutulmamalıdır ki zehir teneke kutuda değil, billur kâselerde sunulur.
Barış Gönüllülerinin faaliyet alanları daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimiz ile Karadeniz Bölgemizdi. Dikkat edilirse anarşinin, terörün, bölücülüğün en çok yaşandığı yerler de buralarıdır.
O yıllarda mesleğe yeni atılmış idealist bir öğretmendim. Fatsa da esmer tenli bir Amerikalı Barış Gönüllüsünü bir hayli sıkıştırmıştık. Ancak o genç yaşta asıl sıkıştırılması gereken onlar değil, onları buraya getiren zihniyet olduğunu tabi ki tam manası ile bilemezdik.
Aynı fonksiyonu icra eden Çekiç Güç ile birlikte Barış Gönüllüleri de 1973 yıllarında MSP ( Milli Selamet Partisi) nin hükümet ortağı, Erbakan Hoca’nın Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptığı yıllarda memleketimizden def edilmişlerdir. Ancak ektikleri fitne tohumlarının sıkıntılarını terör faaliyetleri olarak hâlâ görmekte, yaşamaktayız.
Osmanlının son zamanlarında, özellikle Abdülhamit Han zamanında Yahudi asıllı Moiz Kohen, daha sonra Tekin Alp adını alarak Ziya Gökalpi de etkilemiş ve Pantürkizm adı ile bir çalışma içerisine girmişlerdi. Düşünebiliyor musunuz bir Yahudi ile Kürt asıllı bir vatandaşımız Türkçülük çalışması yapıyorlar. Moiz Kohen yani Tekin Alp’in düşüncesi, “Türke, ben türküm diye havaya yumruk sallatmadıkça, Kürde ben de Kürdüm dedirtemezsin” şeklinde özetlenebilir. Buna karşılık Abdülhamit Han (Panislamizm) harektini başlatmıştır. Çünkü Abdulhamit ırkçılığın bölünmeye, İslâmın ise birliğe sebep ve vesile olacağını biliyordu. O zamanki Pantürkizm hareketi Misyonerlik faaliyetleri ile de desteklenmiş ve işte yukarıda da bahsettiğimiz gibi etnik ayrımcılık hortlamıştır. Günümüzde bu durum bölücülüğe kadar varmıştır.
Tarihçilerimizin dediğine göre dünya çapında bir siyasi daha olan Abdülhamit bu durumu görmüş, ırkçılığa dayalı bölünmeyi, İslam Birliği ile önlemeye çalışmıştır. Daha önce de ifade ettiğim gibi İslam, Müslümanların ortak paydaları olduğu için Panislamizm hareketi çok başarılı olmuştur. Bunu özellikle Afrika da faaliyet gösteren Fransız Misyonerlerin kendi krallarına yazdıkları mektuplardan öğreniyoruz. Diyor ki Fransız Misyonerleri adı geçen mektuplarında.
“ Abdülhamit’in Misyonerleri ( Tebliğcileri demek istiyor.) karşısında aciz kalıyoruz, onlar çok başarılı oluyorlar, hepsi de aynı şeyi söylüyorlar…”
Tabi ki aynı şeyi söyleyecekler, çünkü onlar halka İslam’ı anlatıyorlardı.
Sonuç olarak şunu söylemeliyim ki: Son yıllarda Milli birliğimiz için en etkili yol olan İslami eğitime daha da önem verilmelidir. Okullarımızda İslami eğitime önem vermemek bindiğimiz dalı kesmekten farksızdır.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder