Bu tür yazımın uzadığını biliyorum ama bazıları Allah’ın
lânetlediği, Peygamberlerin katili terör devlet İsrail hakkında yazılan bu
yazılardan rahatsız oluyorlar, biraz daha rahatsız olsunlar diye ….
TERÖR VE KAYNAĞI -II-
Geçen hafta
terör ve kaynağı başlıklı yazımızda anarşizm ve terör olaylarının önce Ermeni
Asala örgütünün hariciyecilerimize karşı işledikleri cinayetlerle başlayıp,
sonra PKK ya dönüştüğünü, manevi boşluğun, din ve kültür yozlaşmasının
teröristin yetişmesine zemin hazırladığını yazmış ve konuya devam edeceğimizi
bildirmiştik. Bu gün o konu üzerinde duracağız.
Terör olaylarının temelleri büyük
oranda Amerika’nın barış ğönüllüleri adı ile memleketimizde yaptığı çalışma ile
başlamış veya en azından bu çalışmalarla hız kazanmıştır. Barış Gönüllüleri, ne
fiyakalı bir isim değil mi? İlk duyulduğunda insanda saygı uyandıran bir
ifade.
Peki barış gönüllüsü nedir:
Efendim bu Barış Gönüllüsü Amerikalı birtakım insanların 1962 ile 1973
tarihleri arasında kendi memleketlerinde gerekli eğitim ve seminerleri aldıktan,
en titiz çalışmaları yaparak iyice
yetiştirildikten sonra Türkiye’ye gönderilen casuslardır. Bunlar bir ülkeye
nasıl fitne tohumları ekilir, etnik ayrımcılık nasıl körüklenir ve kışkırtılır,
insanlar nasıl ifsat edilerek birbirlerine düşman edilir bütün bunları gayet
iyi biliyorlardı. DP den sonra onun yerine kurulan AP nin başına getirilen ve
ilk seçimlerde de Başbakan olan Süleyman Demirel’in Başbakanlığı zamanında
Türkiye’ye 2000 kişi civarında gelmişler ve okullarda İngilizce Öğretmenliğinden
tutun da, köylerde ev ekonomisi ders ve kursları, köyün ve köylünün
kalkındırılması, tarımsal verimliliğin artırılması gibi konularda faaliyet
göstermişlerdir. İlk bakışta insan ne hoş, ne kadar güzel şeyler bunlar diye
düşünmeden edemiyor. Ama unutulmamalıdır ki zehir teneke kutuda değil, billur
kâselerde sunulur.
Barış Gönüllülerinin faaliyet
alanları daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimiz ile Karadeniz
Bölgemizdi. Dikkat edilirse anarşinin, terörün, bölücülüğün en çok yaşandığı
yerler de buralarıdır.
O yıllarda mesleğe yeni atılmış
idealist bir öğretmendim. Fatsa da esmer tenli bir Amerikalı Barış Gönüllüsünü
bir hayli sıkıştırmıştık. Ancak o genç yaşta asıl sıkıştırılması gereken onlar
değil, onları buraya getiren zihniyet olduğunu tabi ki tam manası ile
bilemezdik.
Aynı fonksiyonu icra eden Çekiç
Güç ile birlikte Barış Gönüllüleri de 1973 yıllarında MSP ( Milli Selamet
Partisi) nin hükümet ortağı, Erbakan Hoca’nın Başbakan Yardımcısı olarak görev
yaptığı yıllarda memleketimizden def edilmişlerdir. Ancak ektikleri fitne
tohumlarının sıkıntılarını terör faaliyetleri olarak hâlâ görmekte, yaşamaktayız.
Osmanlının son zamanlarında,
özellikle Abdülhamit Han zamanında Yahudi asıllı Moiz Kohen, daha sonra Tekin
Alp adını alarak Ziya Gökalpi de etkilemiş ve Pantürkizm adı ile bir çalışma
içerisine girmişlerdi. Düşünebiliyor musunuz bir Yahudi ile Kürt asıllı bir
vatandaşımız Türkçülük çalışması yapıyorlar. Moiz Kohen yani Tekin Alp’in
düşüncesi, “Türke, ben türküm diye havaya yumruk sallatmadıkça, Kürde ben de
Kürdüm dedirtemezsin” şeklinde özetlenebilir. Buna karşılık Abdülhamit Han
(Panislamizm) harektini başlatmıştır. Çünkü Abdulhamit ırkçılığın bölünmeye,
İslâmın ise birliğe sebep ve vesile olacağını biliyordu. O zamanki Pantürkizm
hareketi Misyonerlik faaliyetleri ile de desteklenmiş ve işte yukarıda da
bahsettiğimiz gibi etnik ayrımcılık hortlamıştır. Günümüzde bu durum bölücülüğe
kadar varmıştır.
Tarihçilerimizin dediğine göre dünya çapında bir siyasi daha olan
Abdülhamit bu durumu görmüş, ırkçılığa dayalı bölünmeyi, İslam Birliği ile
önlemeye çalışmıştır. Daha önce de ifade ettiğim gibi İslam, Müslümanların
ortak paydaları olduğu için Panislamizm hareketi çok başarılı olmuştur. Bunu özellikle
Afrika da faaliyet gösteren Fransız Misyonerlerin kendi krallarına yazdıkları
mektuplardan öğreniyoruz. Diyor ki Fransız Misyonerleri adı geçen mektuplarında.
“ Abdülhamit’in Misyonerleri (
Tebliğcileri demek istiyor.) karşısında aciz kalıyoruz, onlar çok başarılı
oluyorlar, hepsi de aynı şeyi söylüyorlar…”
Tabi ki aynı şeyi söyleyecekler,
çünkü onlar halka İslam’ı anlatıyorlardı.
Sonuç olarak şunu söylemeliyim
ki: Son yıllarda Milli birliğimiz için en etkili yol olan İslami eğitime daha
da önem verilmelidir. Okullarımızda İslami eğitime önem vermemek bindiğimiz
dalı kesmekten farksızdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder