9 Ağustos 2014 Cumartesi

İsrail katillerinin bu yazıda anlatılan vahşeti 2000 ile 2008 tarihleri arasını kapsamaktadır. Bu yazı da zaten 2008 tarihli gazete köşe yazımdır. Burada tekrar yayınlanmasının sebebi şartların değişmediği, Müslüman’ın da mücadele güç ve azminin artarak devam etmesi gerektiğini vurgulamaktır…                                           

                                            TAŞ DİLE GELECEK

            Filistin, Hz. Ömer (ra) zamanında İslam topraklarına katıldı; bir ara Hıristiyanların eline geçti ise de Selahaddin Eyyubi tarafından tekrar alındı, Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı Toprakları içerisinde uzun ve huzurlu bir dönem yaşandı. 1897 de İsviçre’nin Basel Şehrinde Haham Teodor Herzel başkanlığında yaptıkları toplantıda alınan karar gereği Yahudi’ler, Filistin toprakları üzerinde İsrail Devletini kurma çalışmalarına başladılar. Ancak karşılarında Allah’ın Evliya Kullarından Abdülhamit Han vardı, onu halletmeden bu işi başaramayacaklarını anladılar ve bin bir türlü oyun, hile ve desiseler çevirerek, medya ve yerli işbirlikçi hainlerin de yardımları ile ( O tarihte yalnız İstanbul’da yayınlanan 50 gazete çıkıyordu bunların 36 tanesi azınlıklarındı.) Abdülhamit Tahttan indirildi ve 1948 de İsrail Devleti ABD ve İngiliz’lerin kontrolünde kuruldu, halen de onların kontrolündedir. Yahudiler 1948-1954-1967 ve 1968 de Araplarla savaştılar, her savaştan sonra işgal ettikleri toprakları biraz daha genişlettiler. Amerika’nın desteği ile siyonistler 1968 de Kudüs’ü de işgal ettiler.
            Filistin Ulusal Haber Merkezinin bildirdiğine göre, İsrail Ordusu Eylül 2000 den 2008 e kadar 4.032 Filistinliyi öldürdüler, 44.666 kişiyi yaraladılar, öldürülen çocuk sayısı 750, ayrıca Filistinlilerin evlerine açılan ateş sonucu 732 erkek, 262 kadın Filistinli hayatını kaybetti. İsrail Ordusu, Filistin Güvenlik Güçlerinin 344 üyesinin yanında 817 öğrenciyi de öldürdü. Yargısız infaz sonucu ve suikastla öldürülenlerin sayısı ise 325 tir. Aralarında çocuk, kadın ve yaşlıların da bulunduğu 131 kişi keyfi olarak, araçları bekletilerek, tedavilerine izin verilmeyerek İsrail Ordusu tarafından ölümlerine sebep olunmuştur. 36 doktor,36 sivil savunma mensubu ve 9 gazeteci yine İsrail Ordusu tarafından öldürülmüştür. İsrail Ordusunun okullara açtığı ateş sonucu 4.800 öğrenci yaralanmış, 8.550 Filistinli halen İsrail hapishanelerinde eziyet görmektedir. İsrail Ordusu 2001- 2005 tarihleri arasında yerleşim mahallelerine 31.712 defa saldırmıştır. Hani Yahudi bir taraftan adamı döverken, bir yandan da  “imdat, yetişin, beni dövüyorlar” diye bağırır ya işte onun gibi şimdi de Hamas bana saldırıyor diye bağırıyor, Hamas saldırıyorsa erkekçe Hamas’la savaş, o günahsız bebeklerin ne suçu var? Ama nerde sende o cesaret?
Evet daha bitmedi. Tahrip edilen Filistinli evi 69.843, bunların 7.995 i Gazze’de,  63. 099 ev kısmen tahrip edilmiş, bunların da 22.897 si Gazze’de. 590 Kamu binası ve güvenlik tesisi, 12 üniversite ve okul tahrip edilmiş veya kapatılmıştır. 76.867 dönüm ekili arazi İsrail ordusu tarafından buldozerlerle tahrip edilmiş, 135.552.690 ağaç yok edilmiştir. İsrail’in Son Gazze saldırısında kullanılması yasak olan Fosfor ve Misket bombaları da kullanılarak 1.100 Filistinli öldürülmüş, 5000 den fazla Filistin’li de yaralanmıştır; bunların üçte biri çocuk, kalanların üçte biri de kadındır.  Kadın, çocuk demeden topyekun bir yok etme hareketi dikkat çekiyor. Bu hareketin kaynağı onların kendi elleri ile değiştirdikleri (muharref) tevratlarıdır. Çünkü Yahudi bu kaynağa dayanarak kendinden başkasını insan olarak görmediği gibi, Arz-ı Mevud sınırları içerisinde canlı olan, nefes alan ne varsa yok edilmesi gerektiğine inanıyor. Yedi kavmi yok edeceksin diyor adamlar. Arz-ı Mevud sınırları içerisine Cennet Vatanımız da girdiğine göre şimdi Yahudi ile olan tüm ikili anlaşmaların tekrar gözden geçirilmesi, Türkiye- Amerika-İsrail ortak askeri tatbikatı, İsrail’e verilen Tanklarımızın modernizasyonu dahil, Yahudi ve onların koruyucularının ekonomik yönden zayıflatılması için gereken her şeyin yapılması icabetmez mi? Onlara sağlanan her kuruşun yarın sana veya kardeşine kurşun olarak geri döneceği açık değil midir? Daha yeni İsrail ŞAZ Partisi lideri (Müslümanları kastederek) bunları böcek gibi ezmeliyiz, onların üzerlerine  Nükleer bomba (Atom bombası) atmalıyız diyordu.
            İsrail’in son  Gazze saldırısı süresince görüldü ki, Türk Halkı başta olmak üzere bütün İslam ülkelerinde İsrail’e ve onların koruyucusu durumunda olan devletlere büyük bir başkaldırı, infial ve protesto vardır. Millet topyekun  tepkilerini var güçleri ile göstermiştir. Bu bir şarj oluştur, bu şarjın deşarjı önünde kimse duramayacaktır.
            Ebrehe’nin Ordusuna Ebabil kuşlarının attığı taşlar misali, düşmana taş atan her Filistin’il çocuk bir Ebabil Kuşudur. Ebabil’in ayaklarında, Filistinli çocukların ellerinde hedefe atılan taş vardı ve aşağıya aldığım Hadis-i Şerifte de taş dan söz edilmektedir. İnşallah vakit tamam, İslam Topraklarının bağrına paslı bir hançer gibi saplanan İsrail belasının sonu geldi. İşte size bu mijdeyi veren Hadis-i şerif.
            Peygamber Efendimiz (sav)Buyuruyor ki: “ İleride Müslümanlar Yahudi ile harbedecek, (onları yok edercesine yenecekler) hatta onlardan bir Yahudi taş arkasına saklansa da (sağ kaldığı fark edilse) taş parçası da (dile gelecek) Ey Allah’ın Kulu! Şu arkamdaki Yahudi’dir, onu da öldür diyecektir.”
Kaynak: Buhari (Tecrid-i Sarih) Di. İş. Başk. C/8- Sf: 342. H.No:1232
            Ağır yaralı, olan bir Gazze’li Mücahid’ in şu duası ile yazımızı bitirelim. Diyor ki
Şehid olmek üzere olan Hamas’lı Mücahid: “ Allah’ım Cennetini hak edecek bir fiil ve harekette bulunamadım, âhirette bana af kapını aç…” Görüyor musunuz şu tevazu-u? Ey Gazze için maddeten, manen, bir şeyler yapan! İşte sen, bu hareketinle böyle insanların yanında olduğunu gösteriyorsun, Gazze’ye de, bütün teknolojik gücüne rağmen düşmanı pes ettiren Gazzeliye de, sana da selam olsun.   

            

8 Ağustos 2014 Cuma

Bu tür yazımın uzadığını biliyorum ama bazıları Allah’ın lânetlediği, Peygamberlerin katili terör devlet İsrail hakkında yazılan bu yazılardan rahatsız oluyorlar, biraz daha rahatsız olsunlar diye ….

                           TERÖR VE KAYNAĞI -II-

            Geçen hafta terör ve kaynağı başlıklı yazımızda anarşizm ve terör olaylarının önce Ermeni Asala örgütünün hariciyecilerimize karşı işledikleri cinayetlerle başlayıp, sonra PKK ya dönüştüğünü, manevi boşluğun, din ve kültür yozlaşmasının teröristin yetişmesine zemin hazırladığını yazmış ve konuya devam edeceğimizi bildirmiştik. Bu gün o konu üzerinde duracağız.
Terör olaylarının temelleri büyük oranda Amerika’nın barış ğönüllüleri adı ile memleketimizde yaptığı çalışma ile başlamış veya en azından bu çalışmalarla hız kazanmıştır. Barış Gönüllüleri, ne fiyakalı bir isim değil mi? İlk duyulduğunda insanda saygı uyandıran bir ifade.    
Peki barış gönüllüsü nedir: Efendim bu Barış Gönüllüsü Amerikalı birtakım insanların 1962 ile 1973 tarihleri arasında kendi memleketlerinde gerekli eğitim ve seminerleri aldıktan, en titiz çalışmaları yaparak  iyice yetiştirildikten sonra Türkiye’ye gönderilen casuslardır. Bunlar bir ülkeye nasıl fitne tohumları ekilir, etnik ayrımcılık nasıl körüklenir ve kışkırtılır, insanlar nasıl ifsat edilerek birbirlerine düşman edilir bütün bunları gayet iyi biliyorlardı. DP den sonra onun yerine kurulan AP nin başına getirilen ve ilk seçimlerde de Başbakan olan Süleyman Demirel’in Başbakanlığı zamanında Türkiye’ye 2000 kişi civarında gelmişler ve okullarda İngilizce Öğretmenliğinden tutun da, köylerde ev ekonomisi ders ve kursları, köyün ve köylünün kalkındırılması, tarımsal verimliliğin artırılması gibi konularda faaliyet göstermişlerdir. İlk bakışta insan ne hoş, ne kadar güzel şeyler bunlar diye düşünmeden edemiyor. Ama unutulmamalıdır ki zehir teneke kutuda değil, billur kâselerde sunulur.
Barış Gönüllülerinin faaliyet alanları daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimiz ile Karadeniz Bölgemizdi. Dikkat edilirse anarşinin, terörün, bölücülüğün en çok yaşandığı yerler de buralarıdır.
O yıllarda mesleğe yeni atılmış idealist bir öğretmendim. Fatsa da esmer tenli bir Amerikalı Barış Gönüllüsünü bir hayli sıkıştırmıştık. Ancak o genç yaşta asıl sıkıştırılması gereken onlar değil, onları buraya getiren zihniyet olduğunu tabi ki tam manası ile bilemezdik.
Aynı fonksiyonu icra eden Çekiç Güç ile birlikte Barış Gönüllüleri de 1973 yıllarında MSP ( Milli Selamet Partisi) nin hükümet ortağı, Erbakan Hoca’nın Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptığı yıllarda memleketimizden def edilmişlerdir. Ancak ektikleri fitne tohumlarının sıkıntılarını terör faaliyetleri olarak hâlâ görmekte, yaşamaktayız.
Osmanlının son zamanlarında, özellikle Abdülhamit Han zamanında Yahudi asıllı Moiz Kohen, daha sonra Tekin Alp adını alarak Ziya Gökalpi de etkilemiş ve Pantürkizm adı ile bir çalışma içerisine girmişlerdi. Düşünebiliyor musunuz bir Yahudi ile Kürt asıllı bir vatandaşımız Türkçülük çalışması yapıyorlar. Moiz Kohen yani Tekin Alp’in düşüncesi, “Türke, ben türküm diye havaya yumruk sallatmadıkça, Kürde ben de Kürdüm dedirtemezsin” şeklinde özetlenebilir. Buna karşılık Abdülhamit Han (Panislamizm) harektini başlatmıştır. Çünkü Abdulhamit ırkçılığın bölünmeye, İslâmın ise birliğe sebep ve vesile olacağını biliyordu. O zamanki Pantürkizm hareketi Misyonerlik faaliyetleri ile de desteklenmiş ve işte yukarıda da bahsettiğimiz gibi etnik ayrımcılık hortlamıştır. Günümüzde bu durum bölücülüğe kadar varmıştır.
Tarihçilerimizin dediğine göre dünya çapında bir siyasi daha olan Abdülhamit bu durumu görmüş, ırkçılığa dayalı bölünmeyi, İslam Birliği ile önlemeye çalışmıştır. Daha önce de ifade ettiğim gibi İslam, Müslümanların ortak paydaları olduğu için Panislamizm hareketi çok başarılı olmuştur. Bunu özellikle Afrika da faaliyet gösteren Fransız Misyonerlerin kendi krallarına yazdıkları mektuplardan öğreniyoruz. Diyor ki Fransız Misyonerleri adı geçen mektuplarında.
“ Abdülhamit’in Misyonerleri ( Tebliğcileri demek istiyor.) karşısında aciz kalıyoruz, onlar çok başarılı oluyorlar, hepsi de aynı şeyi söylüyorlar…”
Tabi ki aynı şeyi söyleyecekler, çünkü onlar halka İslam’ı anlatıyorlardı.
Sonuç olarak şunu söylemeliyim ki: Son yıllarda Milli birliğimiz için en etkili yol olan İslami eğitime daha da önem verilmelidir. Okullarımızda İslami eğitime önem vermemek bindiğimiz dalı kesmekten farksızdır.




7 Ağustos 2014 Perşembe

                                                           TERÖRÜN KAYNAĞI (11)
                                                                                                 9/10/2007

Bu günkü yazımızda günümüzün en aktuel konusu olan terör ve terörün kayağ üzerinde duracağız. Terörle nasıl mücadele edileceği elbette bizim konumuz değil, çünkü o konuyu ve onunla mücadeleyi yetkililer ve güvenlik güçlerimiz gayet iyi bilmekte ve başarıyla yürütmaktedirler. Biz bu yazımızda özellikle terörün kaynağı üzerinde duracağız.
Bizim hatırladığımız ve şahit olduğumuz ilk ciddi terör olayı özellikle hariciyecilermize, konsolosluklarımıza, büyük elçiliklerimize yönelik olarak yapılan Ermeni Asala Terör örgütünün yaptığı cinayetlerdir. Bu olaylarla birlikte belki de bunlardan da önce cennet vatanımızda sağ, sol olayları hız kazanmıştı.
Sağ, sol olaylarının temelinde etnik ayrımcılık, bir başka ifadeyle ırkçılık ve zengin- fakir kışkırtmacılığı yatmaktadır. Şu anda ilçemizde yaşayan ve 1980 de solculuktan tutuklanarak içerde yatmış olan bir kişiye dedim ki, “ o zamanki düşünceniz neydi, neye inanıyor ve ne yapmak istiyordunuz?” Bana verdiği cevap çok enteresan ve ironik. Şimdi 40-45 yaş civarında olan arkadaş şunları söylüyor: “ Biz fakir aile çocuklarıyız, zenginler rahat yaşıyorlar, bizler sürünüyorduk ve onların mallarında, paralarında bizim de hakkımız olduğuna inandırılmıştık, hatta Gemlikteki zenginlerin yerlerini ve apartmanlarını aramızda taksim bile etmiştik; devrim gerçekleşince oraları alacağımıza inanıyorduk…”
Allaha şükürler olsun günümüzde o fitne sönmüş, şimdi sağcıda, solcu da o zamanki durumlarına gülüyor ve kol kola geziyorlar.
Etnik ayrımcılığa dayanan, önce Asala Ermeni Terör Örgütünün başlattığı olay zaman içinde PKK olarak şekil değiştirdi ve halen devam ediyor.
Her terör olayının, memleketimizde çıkan her karışıklık ve huzursuzluğun temelinde o olayı körükleyen daha başka hesaplar, planlar yatmaktadır.
1955 te Moskova’da üst seviyede yapılan bir kominist teşkilatı ( politbüro) toplantısında bir ülkeyi bölmek, parçalamak, huzursuz etmek ve tabi yıkmak için  birtakım kararlar alınmıştır ki o karların bir kısmı şunlardır.
1- Hedef ülkenin dinini bozup yozlaştırın, ülke halkı dinden uzak (laik) bir hale gelsin.
2 – Hedef ülkenin dilini bozunuz.
3 – Hedef ülkenin kültürünü yok ediniz.
Dikkat edilirse bu üç unsur milleti millet yapan, bir arda tutan hususlardır. Bütün bunlar memleketimizde ve milletimiz üzerinde titizlikle uygulanmış, denenmiş, denenmeye devam edilmektedir. Dünyanın gözü ve kıskançlığı üzerimizdedir ve topraklarımız üzerinde bazı terörist devletlerin gözü vardır. Lozan imzalanıp, düşmanlarımızın Sevr hedefleri gerçekleşemeyince, menfur emellerine başka yollarla adım adım varmak istemektedirler.          Önce şunu hiç unutmamak gerekir ki dünyada bir buçuk milyar Müslüman yaşamaktadır ve bu muazzam insan topluluğunun ortak paydası İslam dır, onun için dini bozmak, yozlaştırmak istemektedirler. Çünkü din, yani inanç insanları birbirlerine bağlayan en kuvvetli bağdır.
            Eski Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan bir anekdotunda şunları anlatmıştı. “ Yanımda genç bir mühendisle doğu illerimizden birine bakanlığımla ilgili bir görev için gitmiştik. Biliyorsunuz doğu insanının dini hassasiyetleri kuvvetlidir. Doğu insanı Türkçe nin yanında Arapça ve Kürtçe de konuşur, kıyafetleri de lisanları gibi değişik olabiliyor. Yanımıza entarili, başı poşulu yakışıklı bir geç geldi. Benimle birlikte olan genç mühendis ona (Hangi millettensin) diye sorunca doğulu genç ( Milleti İbrahimdenim) dedi” diyor. Biliyorsunuz Milleti İbrahim Kurani bir tabirdir ve Peygamberimizin de mensubu olduğu İslam Milletidir.
            Evet olaya böyle yaklaşıldığında %99 u Müslüman olan vatandaşlarımızın tamamı İslam ortak paydasında birleşmiş ve buluşmuş olur, bu birliktelik giderek dünya nüfusunun üçte birini oluşturan Müslümanları içine alır ve sonuçta dünya İslam birliği ile noktalanır ki düşmanlarımızın korkusu işte budur.
Dünya İslam birliğinin temeli D8 lerle atıldı; inşallah duyarlı bir iktidar bu konuyu ele alır. İşte o zaman Hadis-i Şerifte “ Taş dile gelir ve der ki ey Müslüman arkamdaki Yahudidir onun haddini bildir” der.     DEVEM EDECEK (1).

           




6 Ağustos 2014 Çarşamba

                                                             TERÖR

            Hiç kimsenin en ufak bir rahatsızlığını istemem. Herkese Hulefa-i Raşidin dönemi kadar özgürlük isterim (Demokrasi isterim demiyorum çünkü en ileri demokrasilerin getireceği rahatlık bile o döneme göre solda sıfır kalır.) Hele siyasi bakımdan aykırı fikirlerin söylenip yazılması, rahatça tartışılması taraftarıyım. Fikirler tartışılmalı ki hakikatler meydana çıksın. Fikre, düşünceye yasak getirenler, kendi fikirlerine güvenemeyenlerdir. Ancak fikir ve düşünceler de toplumun faydasına çalıştırılmalı, terör gibi, genel ahlaka aykırılık gibi  toplumu rahatsız edebilecek, toplumun bozulmasına sebep olabilecek durumları destekleyip yardımcı olmamalıdır. Bu sebeple İslami kaynaklarımız “faydasız ilimden Allah’a sığınırım diye dua etmemizi tavsiye etmektedir.” Terör genç- ihtiyar, kadın-çocuk, haklı- haksız demeden topyekun bir öldürme hareketidir; İsrail’in ve ABD nin yaptığı gibi. Bir kişi teröristi destekleyen yazılar yazıyorsa, terörün yanında yer alıyor demektir. Onun için terörist başını öven kişiye adli makamlarımız gel bakalım buraya der. Malesef günümüzde her şey birbirine karıştı,  hangi hareketin  terör hareketi olduğu, teröristin kim olduğu söyleyenin gücüne göre algılanır ve değerlendirilir oldu.
Hani: Amerika’da küçük kız çocuğuna azılı bir kuduz köpek ağzından salyalar akarak saldırmış. Bu durumu gören bir kişi hiç tereddüt etmeden, canını tehlikeye atarak kuduz köpekle uzun süren bir mücadelenin sonunda köpeği öldürmüş ve tabi köpeğin darbesiyle yere düşen ve bir daha kalkamayan çocuğu kucağına alarak kurtarmış ve oradan uzaklaştırmış. Polisler adama “sen bir kahramansın, senin gibi insan bu zamanda az bulunur, yarın bütün gazeteler senden bahsedecekler, kahraman Newyork’lu küçük kızı kurtardı diye yazacaklar” demişler. Adam “ Ben Newyork’lu değilim ki” demiş. Polisler “olsun, o zaman kahraman Amerikalı küçük kızı kurtardı diye yazacaklar” demişler. Adam, ama ben Amerikalı da değilim” deyince, “ya nerelisin” diye sormuşlar. Kahraman adam, “Iraklıyım demiş.” Ertesi günkü gazeteler “terörist Iraklı güzel ve zavallı köpeği öldürdü” diye yazmış. Günümüzde durum bu. Zalim gelmiş uzaklardan. Irakta, Afganistan’da, Somali’de, daha dün Vietnam’da, elli yıldan beri gayrı meşru çocuğu olan terör devlet eliyle Filistin’de kan döküyor, buna rağmen terörist saldıran değil, saldırıya uğrayan oluyor.
               Ordumuz terörist PKK üzerine bir sınır ötesi harekat yaptı. Hedefine vardı ve döndü. Milletimiz onlara teşekkür borçludur. Zaten silahlı kuvvetlerimizin her ferdini en alttan, en üste kadar bağrına basarak bunu gösteriyor. Geçenlerde tv da dinledim ve gördüm. Diyor ki Yaşar Büyükanıt Paşa: Bir şehit cenazesinde şehidin tabutuna örtülen bayrağı babasına verdim. Acılı baba “ ne mutlu bana ki şehit babasıyım” dedi.
Paşamız devam ediyor: Şehidin babaannesi, belki yaşı benden küçük ama ben onun elini öptüm; (Bu, Büyükanıt Paşa adına çok hoş ve insani bir davranıştır.) daha sonra gazeteciler Genel Kurmay Başkanı senin elini öptü ne hissettin diye sorduklarında, şehidin babaannesi, “Ben o anda kendimde değildim, yoksa elimi öptürür müydüm, ben onun elini öperdim” ve ekliyor Büyükanıt, işte milletimiz budur, şu güzelliğe bakın diyor...
           


3 Ağustos 2014 Pazar

                     TERÖR DEVLETİ KATLİAMA DEVAM EDİYOR-2

            Düşünüyorum da, normal şartlarda makul bir izah şekli bulamıyorum. Tek bir kişi olsa bu işi yapan, akli dengesi bozuktur, cinnet geçirmiştir vs gibi bir şey söylenebilir belki ama bu işi yapan bir devlet. Meclisi var, bakanları, cumhurbaşkanları var, ordu mensupları var, bu nasıl olabilir, bu kadar düşmanlık niyedir, anlamakta zorlanıyorum. Sen tut( kendi inancına göre) yorucu bir iş yapmanın bile yasak olduğu Cumartesi gününde, hem de okullardan öğrencilerin dağılma saatinde 60 adet uçakla çocuk, kadın, ihtiyar demeden sivil halk üzerine gökten ölüm yağdır.
Sonunda bu şaşkınlığımın izahını Kuran’da buldum.
            Bir şeyi en iyi, en mükemmel şekilde izah eden Cenab-ı Hak’tır. “O”ndan daha güzel izah edebilen bulunamaz. Kuran’ı baştan sona meali ile birlikte okuduğumuzda, tarihler boyu her peygamber döneminde Yahudiler’in kim olduklarını, neler yaptıklarını, kaç tane peygamberi nasıl öldürdüklerini görüyor ve öğreniyoruz. İslam Milletinin elinde Kuran olduğu, onu okuyup anladıkları sürece de bu durumu bilip öğrenmeye devam edeceklerdir. İşte bu sebeple Siyonistler İslam’a dolayısı ile Müslümanlara düşmandırlar. Onlar dinlerini öğrenmesinler diye Hadis-i Şerifler dahil İslami kaynakları bozmak, değiştirmek istediler. Cenab-ı hakkın korumasında olan İlahi Kitabı değiştiremeyeceklerini anlayınca, onu Müslümanların anlayamamaları, okuyamamaları, cahil olarak kalmaları için elinden geleni yaptılar. Bu cümleden olarak eğitim sistemimizin 5+3=8 yıllık mecburi eğitim şeklinde olması mümkünken, 8 yıllık kesintisiz mecburi eğitm sisteminin kabul edilmesi bilerek veye bilmeyerek onların emellerine hizmet etti, böylece Kuran öğrenimi önüne büyük bir engel daha  konmuş oldu.
            Öğretmenlik hayatım süresince her fırsatta, girdiğim her sınıfta bütün bilgi ve ifade  gücümü kullanarak öğrencilerime anlattım, hayatım boyunca her toplantı ve sohbet zemininde de anlatmaya devam ediyorum, diyorum ki: Kardeşlerim! Yahudi İslam’a düşman olduğu için, Müslümanlara da düşmandır. Hedeflerine varabilmek, emellerini gerçekleştirebilmek  için çeşitli yollara başvururlar; başvurdukları yollardan biri de Siyonizmin yan kurulşları olan Rotari-Lions-Mason Kulüpleri vasıtası ile halkımızın içerisine girmek, ifsat görevlerini o kulüplere üye ettikleri kendi insanımız vasıtası ile gerçekleştirmektir. Rotari ve Lions Kulüpleri Masonluğun ana okullarıdır, bir ilerisi Masonluk, ondan sonra Siyonizm gelir. Durum bu olduğu için tekrar diyorum ki…
            Ey bu vatanda yaşayan, bu vatanın ekmeğini yeyip, suyunu içen, her nasılsa Rotari,Lions ve Mason Kulüplerine kendini kaptırmış, üye olmuş insanlar ve bunlara çanak tutan (satılmış)  basın yayın organları lütfen düşünün, Filistin’de işlenen şu cinayetleri ruhen canavarlaşmamış, normal insan yapabilir mi?
-Bu cinayetleri işleyenleri nasıl kendinize dost ve önder ediniyorsunuz. Siz hiç düşünmez misiniz?
-Filistin’de geçmişten bu güne her aileden en az bir şehidimiz yatmıyor mu? Orası  aynı zamanda Mekke ve Medine gibi bizim yurdumuz değil mi?  
-Terör devletinin yarım asırdan beri orada neler yaptığını görmüyor musun?
-İsrail’in Arz-ı Mevud emelleri içrisine Cennet Yurdumuzun Güneydoğu ve Doğo Anadalu Bölgeleri de girdiğine, yani zalimlerin bizim yurdumuzda da kör olası gözleri olduğuna göre, bugün Filistin halkına bu katliamları yapanların, yarın bizim insanımıza da aynı şeyleri yapabileceklerini hiç düşünmüyor musun?
- İşte binlerce ölü ve  yaralı, bu saldır bir terör hareketi değil midir ve devlet terör yapar mı?
- Terörün dini ırkı, milliyeti olmaz, terörle herkes mücadele etmek zorunda deği midir?
-Ey bu milletin bir ferdi olup da, her nasılsa Mason olmuş, Rotari-Lions Kulüplerine katılmış olan insanlar, kendinize gelin, düşünün, Allahın düşmanlarını dost edinmeyin.









2 Ağustos 2014 Cumartesi

Bu yazı bundan çok önce yazılmış bir gazete köşe yazımdır, dikkat edilirse şartlar hiç değişmemiş, katil daha da azıtmıştır.

 TERÖR DEVLETİ KATLİAMA DEVAM EDİYOR-1

            1950 nin sonları ile 1960 larda Kıbrısta Papaz Makaryos’un önderliğinde Kıbrıslı Müslümanlara (İsrailin yaptığı kadar olamasa da) hunharca katliamlar yapılıyordu. İletişim araçları bu günkü kadar gelişmiş değildi ama, bu katliamlara karşı yurdun her tarafından “Ordu Kıbrıs’a “ feryatları yükseliyordu. Ancak  ordu da bir türlü harekete geçmiyordu. Çünkü ordunun Kıbrıs’a veya başka bir yere hareket edebilmesi için hükümetlerin kararı gerekliydi.
            O yıllar ortaokul- lise öğrencisi olduğum ilk gençlik yıllarımdı. Hükümetlerden bir hareket olmayıp, Şanlı Ordumuz Kıbrıs’a hareket etmeyince K. Maraş’tan Adana’ya, oradan da Mersine insanlar yaya veya binekli olarak yürüyüşe geçerler, yurt genelinde sık sık yapılan mitinglere ilaveten Mersinde büyük nümayişler olurdu. Bu mitinglerde ateşli konuşmalar yapılır, şiirler okunur, halk galeyana getirilir, böylece milli duygu canlı tutulurdu. İşte yıllar yılı canlı tutulan, heyecanı hiç eksilmeden süren Kıbrıs milli davamız 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile noktalandı. 1974 te Ordumuzun Kıbrıs’a çıktığı, aşılmaz denen beşparmak dağlarının beş dakikada aştığı gün ne gurur verici bir gündü. O zaman Tv lar bu günkü kadar yaygın olmadığı için haber saatlerinde radyoların başına toplanan halkın hissiyatını bu günkü gibi hatırlıyorum. Bu hissiyat Kıbrıs’a çıkma konusunda devletten önce milletin verdiği kararın dışa vurumuydu.
            1947-48 yıllarında Amerika ve İngiltere’nin kontrolünde, bir çıbanbaşı olarak Filistin Toprakları üzerinde zor kullanılarak kurdurulan İsrail işgal ve terör devleti, o günden beri Filistin’de kan dökmeye devam ediyor. Ne kana doymaz insan kasapları çıktı İsrail’den. Ariel Şaron’lar, Moşe Dayan’lar, Olmert’ler ve daha niceleri. Kan dökmek bunların genlerinde var. İlk döktükleri kan Peygamberlerin kanlarıdır, en sonuncusu de 27 Aralık 2008 Cumartesi günü gökten yağan ölüm bombaları ile 400 den faza Filistinli Müslüman’ın Şehit edilip, 1000 kişi kadarının da yaralandığı olaydır. Şimdi ordu  Filistin’e gitmediği gibi, ordu Filistine diyenler de yok. Çok hassas ve duyarlı vatandaşlarımızın yanında, birkısım medya gibi birkısım insanımız TV larının başında koltuklarına yaslanmış vaziyette, ölen ve yaralananlara bakıp da keyifleri kaçmasın diye tv nun kanallarını değiştiriyor ve belki başını sağa sola sallayarak “cık, cık, cık” diye öfke sesleri çıkarıyorlar o kadar. Oysa Filistin de bizim vatanımızdır. Çünkü Mekke gibi, Medine gibi “ Kulu (Hz. Muhammed sav) nun bir gece Mescid-i Haram’dan, etrafı mübarek kılınan Mascid-i Aksa’ya, oradan da Miraca yükseltildiği” ilk kıblemiz Kudüs Filistindedir. Kâbe’ye karşı vuku bulacak bir saldırıya Müslümanlar nasıl duyarsız kalamazlarsa, Filistin’e yapılan saldırılara da duyarsız kalamazlar. Bu duruma göre Filistin, İstanbul’dan, Ankara’dan, İzmir’den, Adana’dan, Tunceli’den farklı değildir. Peki farklı değilse neden meydanlar, caddeler, sokaklar dolusu insanlar Filistin diye yeri göğü inletirken, İslam Milletinin başındaki hükümetler yeterli duyarlılık ve cesareti göstermiyor, harekete geçemiyorlar? Bu millet  Kıbrıs’a neredeyse denizi yararak gitmek istiyordu, şimdi görüyoruz ki birkısım boyalı basın “Efendim HAMAS İsraile füze attı da onun için İsrail saldırdı” gibi nerdeyse katili haklı çıkaracak bir yayın yapıyor ve buna rağmen insanımız o gazeteleri alıyor, kendi parası ile yaşatıyor, ne oldu bu insanlara?
            Dünya Müslümanları, başlarındaki idareciler fiili müdahale dahil bu işe köklü çözüm bulana kadar evlerine girmemeli, tepkiler her gün artarak devam etmelidir.Belki o zaman makam düşkünü zâlim idareciler Allah’tan değil de makamlarının gitmesinden korktukları için göstermelik de olsa harekete geçebilirler.
           



                  

                                 MÜFTÜLÜK MAKAMINA
                                                                      BURSA

Bursa Esentepe Camiinde Ramazan’ın son on gününde Mütekif olarak bulunan bizler, öncelikle bu ibadete öncülük eden, İtikâf yapanların işlerini kolaylaştıran il ve ilçe müftülerimize, on gün boyunca iftar yemeklerini tam zamanında yetiştiren kuruluşlarımıza teşekkür ve dua ederiz.

On gün boyunca camiden hiç çıkmadan yaptığımız bu ibadetle 1- Beş vakit namazı camide cemaatle kılmak 2- Yapılan vaaz ve nasihatleri baştan sona dinleme ve istifade etme imkânı bulmak. 3- Kaza ve nafile ibadetleri artırmak. 4- Bu zaman zarfında en az bir hatim yapmak. 5- Şahsımız, ailemiz, milletimiz ve mazlum İslam Milleti için dua ve niyazlarda bulunmak, 6- Meal, ilmihal ve benzeri eserlerle ( zamanın elverdiği oranda) İslami bilgilerimizi artırma gayreti içerisinde olmak. 7- Uyku dışında günün her saatini bu minval üzere geçirmek. 8- Günün dedikodu ve meşguliyetlerinden uzak samimi bir özeleştiri ve tefekkürde bulunmak. 9-Bin ay ( 83 yıl) dan daha hayırlı olan Leyle-i Kadr’in bu on gün içerisinde olduğunun şuuru içerisinde olmak. 10- Az yemek- az uyumak, az konuşmak gibi hasletleri huy ve alışkanlık haline getirmeye çalışmak gibi güzelliklerin yaşandığını söylemek mümkündür.

ANCAK: Bu güzelliler yaşanırken birtakım zorluklarla karşı karşıya olunduğunu da söylemek durumundayız.
Şöyle ki: a-Bu ibadet sünnettir, yemekten önce ve sonra el yıkamak ta sünnettir. b- Cuma günü bir duş yapıp bu sünneti de yerine getirerek, Cuma Namazını kılmak bu sıcak aylarda daha da önem kazanmaktadır, ama  mütekif bu imkandan yoksundur.  c-Camiler cemaatin girip çıktığı yerler olduğu için mütekifin özel eşyaları caminin görünümü ile uyum sağlamamaktadır.

Bu ve benzeri ihtiyaçlardan dolayı durumu müsait olan camilerin uygun yerlerine bir lavabo ve duş düzeni ile portatif de olsa kapalı bir mekân yapmak mümkün olabilir. Ayrıca hiç olmazsa bundan sonra yapılan ve yapılacak olan camilerde bu hususlar dikkate alınabilir diye düşünüyoruz.
İl Müftülüğümüzün ilçe müftülüklerine bu durumu bildirmesi veya tamim etmesinin önemi açıktır.

Esentepe Camiinde İtikâfta bulunan bizler bu hususları Müftülük Makamlarımıza arzetmeyi uygun bulduk.

Ahmet Tiryaki -  Ömer Kangal -   Cemil Güleroğlu  -  Fahrettin Efe    ve  Osman Kahveci