31 Aralık 2013 Salı

O NE GÜZEL REHBERDİR

Rabbim gökleri-yeri direksiz yarattı.
Sonra da arş-ı âlâyı istiva etti.
Nâmütenâhi güç ve kudret sahibine
Güneş, ay ve yıldızlar secdeler etti.

Güneş, ay ve yıldızlar belli bir vakte kadar
Emri ilahi ile durmadan akıp gider.
O, kendine içten iman etmemiz için,
Her işi düzenler, ayetleri açıklar.

Yeri çeşit çeşit bitkilerle donatan,
Arz üstünde oturaklı dağlar yaratan,
Birçok pınarları, ırmakları akıtan,
Rabbimdir cümle mahluku yoktan var eden.

O,  geceyi gündüzün üzerine örten,       
Gündüzü geceden sıyırıp çıkarandır.  
Şüphesiz bunlarda düşünen toplum için,
Alınacak birçok dersler, ibretler vardır. 

Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar,
Kıtalarda envai tür  ürünler olur.
Aynı sudan ve topraktan gıda alsa da,
Her biri biçim ve tat olarak farklıdır.
  
Allah Resulünü yalanlayan insanlar,
O inkârlarına devam ededursunlar,
Onların mekânları Nar-ı cehennemdir.
Ve orada ebediyyen kalıcıdırlar.

Mutlaka her toplumun bir rehberi vardır.
Müminlerin rehberi de Resûlullahtır.
Sürekli O’nun yolunda geçen bir ömür,
Ne güzel ömürdür ve o ne güzel Resul. 

İyilik dururken kötülük isteyenler,
Geçmişte yaşananları bilmelidirler.
Rabbim elbette Rahman ve Rahimdir ama
Hak edene de azabı çok şiddetlidir.

Her dişinin neye gebe kalacağını,
Rahimlerde bulunanı O Âlim bilir.
Yaratılışlar da bir hesaba göredir.
O Hasib’in katında her şey ölçülüdür.

Noksanlıktan uzak olan Yüce Rabbimiz.
Görüleni ve görülmeyeni de bilir.
Onun ilminin dışında hiçbir şey kalmaz.
Evet O, Şanı Yüce Rabbilâlemindir.

Allah’ın yanında sözü gizleyenlerle,
Açıkça söyleyenler bir olduğu gibi,
Geceleyin köşe bucak gizlenenlerle,
Gündüz vakti yürüyüp gidenler eşittir.

Onun önünde ve arkasında melekler
Allah’ın emriyle Resulü takip eder.
Kâfirler gelmesini istemeseler de,
Rabbim istediği an nûrunu tamamlar.

Bir toplum kendinde olan özellikleri,
Hılkaten verilmiş olan güzellikleri,
Bozarak değiştirmeye yeltenmedikçe,
O toplum üzerindedir Rabbin Elleri.

Allah bir  topluma  musibe  diledi  mi,
Artık onun için geri çevrilme yoktur.
İnsanlar da yanılarak yoldan saptı mı,
Onlara gelecek azap elbette haktır.

O, insanlara korku ve ümit içinde
Gürleyen, ışık saçan şimşeği gönderir.
Yağmur yüküyle ağırlaşmış bulutlarla,
Ölmüş olan arza rahmetiyle can verir 
Bütün varlıklar gibi gök gürültüsü de
Allah teâlâyı hamd ile tesbih eder.
Onun heybetinden dolayı melekler de
Huşuyla bu zikre katılır, eşlik eder.

El açıp yalvarmaya layık olan O’dur.
Ondan başka minnet etmeye layık yoktur. 
Onların ilah edindikleri putları,
Konuşamaz, hareketsiz birer mahluktur.

O zâlimler,  Allah hakkında tartışırken,
Yüce Rabbim üzerlerine yıldırımlar,
Etrafa ateş saçan şimşekler gönderir.
Onunla dilediğini yaka, mahveder.

Olmayan pınardan nasıl su içilmezse,
Muktedir olmayandan da bir şey istenmez.
Şüphesiz dualar yaratana yapılır,
İnkârcının duası hedefini bulmaz.

Göklerde bulunanlarla, yerde olanlar,
Ve onların gölgeleri ister istemez,
Yalnız Allah teâlâya secde ederler.
Onların secdelerinde riya bulunmaz.

Göklerin ve yerin Rabbini bırakıp da,
Cansız bir varlığa insan nasıl ilah der?
Kendisi mahluk olan putlara tapmakta,
İnsanlara nasıl bir fayda olabilir?

Körle görenin bir olmayacağı gibi,
Karanlıkla aydınlık hiç eşit olur mu?
Yaradan insanı övmüşte yaratmıştır.
Akıl sahibi kul hiç inkârcı olur mu?

Resûl’e indirilene inanan kimse,
Hakkı inkâr eden körler gibi olur mu?
Şayet inkârcının körden bir farkı olsa,
Bâtılın peşinden fütursuzca gider mi?

Sâdık kullar verdikleri sözlerde durur,
Allah’ın ahdini yerine getirirler.
Gecede, gündüzde, varlıkta ve yoklukta
Bunun görevleri olduğunu bilirler.

Namazı dosdoğru kılan, zekatı veren,
Rabbimin emirlerine harfiyyen uyan,
Münkeri  güzelce savan, hakkı koruyan,
İşte o asil kullardır gerçek Müslüman.
  
Allah yolunda gizli-açık harcayarak,
Bu dünyada en güzel sonu hak edenler,
Âhiretin güzelim Adn Cennetlerinde
Sâlih olan aile fertleriyledirler.

Cenneti hak eden o mübarek insanlar,
Hiçbir şekilde orada mutsuz olmazlar.
Ayrıca yer, içer, koltuklara kurulur,
Melekler de hep onların yanındadırlar.

Melekler cennetlikleri gördüklerinde,
Derler ki, ey has kullar size selam olsun!
Zorluklar geride kaldı, dünya yurdunda,
İşte bu mutlu sonuç size kutlu olsun. 

Allah’ın kesin emirlerinden biri de,
Akrabalık bağlarını canlı tutmaktır.
Bu karabeti terk eden fitnecilerse,
Hak ettikleri azâbı  tadacaklardır.

Kullara bile verilen söz  korunurken,
Allah’a verilen sözler hiç bozulur mu?
Vadlerini kuvvetle pekiştirenlerle,
Ahde vefa göstermeyenler bir olur mu? 

Allah’ın rızkını artırdığı insanlar,
Dünyanın nimetleriyle şımarmasınlar.
Çünkü âhirete göre dünya hayatı
Geçici faydadan başka bir şey değildir.

Şüphesiz Allah dilediğini saptırır,
Kendine yöneleni de hakka erdirir.
Unutma ki hak çizgiden ayrılan kullar,
Kendi nefsine en büyük zulmü yapmıştır.

Allah’a ve Resûlüne iman edenler,
Rablarinin zikriyle sükûna ererler.
Çünkü yaratılışları gereği ruhlar,
Yaratanını anmakla huzur bulurlar.

Daha önce nice ümmetlerin geldiği,
Sapkın bir topluma Resul Kuran okudu.
Bu kitapla nice toplum hakka ererken,
Ne yazık ki nasipsizler bunu duymadı.

Okunan bir kitapla dağlar yürütülse,
Sükûnet ya da şiddetle yer parçalansa,
Veyahut ölüler diriltilecek olsa,
O mübarek kitap yine Kuran olurdu.
  
O zâlimler, rablerini inkâr ettiler.
Oysa  O, herkesin rabbi ve hâlıkıdır.
Biz sadece ve ancak O’na yöneliriz.
Dönüşümüz müminlerin ilahınadır.

İman eden ve iyi işler yapanlarla,
Rabbimin emrinden asla ayrılmayanlar,
Özlenen Cennet yurdunun sahibidirler.
Onlar oranın ebedi sâkinidirler.

ESİNLENEN SURE VE AYETLER: 
Ra’d suresi ,1 den 31. Ayete kadar.


Minnet: İyiliğe karşı duyulan şükür hissi
Karabet: Soyca yakınlık, hısımlık, akrabalık.
İstiva etmek:Yükselmek, üstün olmak,
Kemalin sabit olması.





28 Aralık 2013 Cumartesi

                                                          YENİ YIL

            Cuma Müslümanların bayram günüdür. Cuma Namazı, hakkında müstakil bir sûra vardır ve bu sebeple Cuma Namazı “FARZ” bir namazdır. Bu namazın vakti geldiğinde bütün işler bırakılarak camiye koşulur, çünkü Cuma namazı cemaatle kılınır. Kişi esnafsa dükkanını, işçiyse iş yerini terk eder, memursa masasından kalkar ve doğru camiye koşar. İslam devletinde Cuma Namazını devlet başkanı kıldırır, onun için Cuma Namazına devlet namazı denir. Her namaza normal yürüyüşle gidilirken, cumaya giderken hızlıca yürümek gerekir. Şimdi şu arzettiğim hususları gerekçe göstererek, madem ki ülkemizde azınlık olan Hıristiyanların dini günü olan Pazar tatil, Yahudilerin kutsal günü olan cumartesi tatil, o halde Müslümanların bayramı olan Cuma günü de tatil olsun, gerekiyorsa Cuma değil Pazar veya Cumartesi günleri çalışma günü olsun desek, Türkiye’de neler olur dersiniz…
            İşte bir yılbaşının yine ariferindeyiz. Bazı işyerleri aslında tatil günü olan Cumartesi veya Pazar günlerinde insanları çalıştırıyorlar ki yılbaşında tatil yapsınlar diye; oysa Cuma Namazı vakti mesai saati ile örtüştüğünde memur, amir on dakika önce çıkamıyor ama konu yılbaşı olunca kos koca bir gün tatil, bom boş geçiyor.
Peki nedir yılbaşı?
Hiçbir şey değil. Bizimle uzaktan, yakından zerre kadar alakası yok, sadece bir takvim değişimi. Hani ne demiştik bir şiirimizde.
( Yeni yıl bir takvimdir / Yapraklar bir bir iner. / Allah için ağlayan, / Sonunda iyi güler.) işte bu, hepsi bu kadar.  Ama böyle bir gün TV programlarında-basın,yayın organlarında- eğlence yerlerinde- sokaklarda- meydanlarda her türlü taşkınlıkların yaşandığı bir gün olarak yaşanıyor.
             Yılbaşında içki tüketimi ziyadesi ile arttığı için buna bağlı olarak kazalar da artıyor. Yapılan har kaza bir felaketin, tabi ki maddi zararın de habercisidir. Sigara dumanları arasında, içki, kumar, her türlü uyuşturucu kullanımı ve yarın işe gidecek olan insanın sabaha kadar uykusuz kalması sonucu uğranılan iş gücü kaybı, soruyorum toplumumuza zarardan başka ne kazandırıyor? Bu durum akıl sağlığı, beden sağlığı, ruh sağlığı, hatta nesil sağlığını bozan şeyler değimlidir? Büyüklerini böyle gören genç veya çocuk ne düşünecek, nasıl hareket edecektir, bu nasıl bir örnek oluştur? Sigara içmekten bıyıkları, parmakları sararmış olan bir öğretmenin öğrencilerine sigaranın zararlarını anlatmaya kalkışması veya anlatsa bile öğrenciler üzerinde etkili olması nasıl düşünülemezse, Yılbaşı eğlenceleri adı altında türlü rezillikler yapan bir babanın da aile fertlerine iyi örnek olduğu söylenemez, düşünülemez. Bu gece yapılan taşkınlıklar, ölçüsüz davranışlar sebebi ile aile mutlulukları sarsılıyor, İnsanların onurları zedeleniyor, kötü alışkanlıklar pekişiyor, bütün bunlar ne adına niçin yapılıyor hiç düşündünüz mü?
            Adam kör kütük sarhoş araba kullanmaya kalkıyor, hatta direksiyona yaslanıp uyuduğunun farkında bile değil. Polisimiz bunu alıp evine götürüyor. Yahut adım attığı yeri göremeyecek kadar kendinden geçmiş, hatta yolun ortasına düşmüş ağzından, burnundan iğrenç şeyler akıyor; polis bunu da alıp evine götürüyor, hatta o fena halini bile düzeltiyor, icabında temizliyor. Peki polis kim? Verdiğimiz vergilerden maaş alarak görev yapan memur. Ben bu insanları polisimizin daha önemli görevini bırakarak evlerine kadar götürmesini istemiyorum, gönlüm buna razı değildir. Böyle kişilerin (kim olursa olsun) önceden tesbit edilen depo gibi, ardiye gibi yerlere götürülüp bırakılmasından yanayım.
Yılbaşı sabahı çarşıya inin göreceksiniz ki her yer bom boş, otobüsler bom boş, saat 12 olmuş şehir uyuyordu. Aah ah…
            Hani ne demişler, “O mahiler ki derya içredirler, deryayı bilmezler.” En ideal hayat nizamı olan İslam Dini mensubuyuz ama ondan haberimiz yok. Dinimizin yasak ettiği her şeyde hayat vardır, mutluluk vardır, güzellikler vardır.
            İçkisiz, kumarsız, kavga ve gürültüsüz nice güzel günlere kavuşmamız dileği ile.
           
              




27 Aralık 2013 Cuma



YENİ YIL BİR TAKVİMDİR

Yeni yıl bir takvimdir
Yapraklar bir bir iner.
Allah için ağlayan
Sonunda iyi güler.

25 Aralık 2013 Çarşamba

      ZÜL’CELÂL-İ’VEL’İKRÂM
            (Azamat ve kerem sahibi)

      Sen Basîrsin elbet bizi görürsün.
      Çok cömertsin isteyene verirsin.
      Gönüllerde gizleneni bilirsin.
      Bundan başka yoktur bende bir kelem.
      ZÜL-CELÂL-İ VEL-İKRAM’sın vesselam.
    
       Gizli ayan her olayı bilensin.
       Garibin derdine derman olansın.
       Her canlıya rızıkların verirsin.
       Seni  sevmek elbet bize Farz olan.
        ZÜLCELÂL-İ VEL-İKRAMSIN vesselam.

       Ey Fazilet ve Keremi bol olan!
       Bu âlemde senden başkası yalan.
       Seni övmeye kelimeler yetmez.
       Ve izahtan aciz kalır her lisan.
       Esselamsın esselamsın esselam,
       ZÜL-CELÂL-İ VEL İKRAM’sın vesselam.
        -----------------------------------------------
       ZÜ-L CELÂL:  Celâl sahibi Allah. Azamet, izzet
                                ve heybet sahibi Cenab-ı Hak


19 Aralık 2013 Perşembe

            EL- EVVEL
 (Varlığının başlangıcı olmayan)

Rabbim!
Sen, bütün emirlerini tas tamam
Kuranında bildirdin.
Hükmünle gönderdin Resûlünü,
Küfrü kaldırdın.
Elbette ki senden başka ilah yoktur.
Hayatta, sıratta, mizan da haktır.
EVVELSİN - ÂHİRSİN.
Dünyanın ve ukbanın yegane hakimisin.
Bir garip dilenciyim senin yolunda
“Allah versin” diyor hep el açtıklarım.
           Çaresiz kaldım,  
            Kapına geldim.
Ya Rab!
 Senin kapına gelenleri boş çevirmediğini bilirim.
Bu sebeple EY EVVEL!
Senden affımı dilerim.


14 Aralık 2013 Cumartesi

NOT: Geçmişte gazete köşe yazısı olarak yayınlanmış olan bir yazımıdan bir bölümü daha bu gün buraya aldım.                                      

                                    “ HER NEFİS ÖLÜMÜ TADACAKTIR”

            Müslümanlar, insanın dünyada bir süre yaşayıp sonra yok olmak için yaratılmadığına, ölümle sadece bedenin yok olup, başka bir deyişle toprak olup aslına rücu edeceğine, ruhun ölmediğine, ölüm ve ötesinin yeni bir hayatın başlangıcı olduğuna, ahiret hayatı denen o hayatın buradan kazanılacağına veya kaybedileceğine, onun için dünyanın ötelere
bir hazırlık yeri, bir imtihan yeri olduğuna inanırlar. Durum bu olunca dünya hayatı ona göre şekil alır ve insan inancının samimiyeti ve gücü oranında olumlu veya olumsuz fiillere yönelir. Seküler bir hayatla, İslami bir hayat yaşayan insanların yaşantılarındaki farklılık işte buradan kaynaklanır.
            Elbette “ölülerimizi hayırla yad edeceğiz.” Vefatı sebebi ile gazeteler, köşe yazarları, tv kanalları müteveffa Başbakan Bülent Ecevit hakkında sürekli olumlu yazılar yazdılar, onun dürüstlüğünden, sade yaşayışından, nezaket ve kibarlığından, hizmetlerinden, prensip sahibi bir insan olduğundan uzun uzun bahsettiler. Elbette bu özellilere sahip olan insanların varlığı hepimizi mutlu eder. Aslında bu sıraladığımız, daha da sayabileceğimiz bu olumlu vasıflar övünülecek hususlar değil, hepimizin insan olduğumuz için tabii olarak sahip olmamız gereken özellikler olmalıdır. Ancak bütün bunların yanında peygamberler dışında hatasız kul da yoktur.
            Bu bağlamda Merhum Bülent Ecevit’in hayatına baktığımızda keşke bunlar da olmasaydı, bunları da yapmasaydı diyebileceğimiz bir takım hususları da sıralamak mümkündür.
Mesela: Keşke Sayın Ecevit 28 Şubatçıların yanında görünmeseydi - Yine keşke Sayın Ecevit kesintisiz sekiz yıllık eğitimle İmam Hatiplerin kökünün kurutulmasına razı olmasaydı ve aynı bağlamda Keşke Kuran Kurslarına gidecek öğrencilere 15 yaş şartını kanunla getirerek o kursları işlevsiz hale getirmeseydi.(Çünkü manevi duygular insanları kötülüklerden koruyan sağlam bir zırh gibidir ve bu duygu ancak o yolda yapılan eğitimle kazanılabilir) - Ve yine keşke Sayın Ecevit kendi partisinin milletvekili olan Seme Pişkinsüt sırf karşısına çıkıp aday oldu diye iki çocuğu ile birlikte partilileri tarafından hırpalanırken de sesini yükseltseydi - Evet keşke Sayın Ecevit “bana Kıbrıs Fatihi diyorsunuz ama, ben İngiltere’de iken Kıbrıs’a çıkma emrini vere Sayın Erbakan’dır” diyebilseydi - Ayrıca keşke Sayın Bülent Ecevit o kibar tavrını mecliste Merve Safa Kavakçı’ya “şu kadına haddini bildirin…” narasını atarken de gösterebilseydi.O kadın ne yapmıştı haddi bildirilecek, ne gibi bir tavır sergilemişti? Demokratik, laik, hukuk devletinde kurallara, kanunlara, kaidelere uygun olarak, demokrasilerin vazgeçilmez unsurları olan siyasi partilerin birinden aday olmuş, binlerce vatandaşımızın oylarını almış, milletvekili olarak meclise girmeye hak kazanmıştı. Kılık ve kıyafeti farklıdır diye bu kadına “had” bildirmek, ona oy veren bütün seçmenlerin ve nüfusumuzun yarısını oluşturan kadın vatandaşlarımızın da haddini bildirmek demektir. ………………………………………………………………………………………………….
Allah’a şükürler olsun ki iki kızımın da üniversite tahsil hayatlarında sıkça karşılaştıkları bu had bildirme sebebi olan tesettür olayı artık okullarımızda yaşanmıyor. Okul müdürlerimiz (benim yaşadığım gibi) öğrencilerinin örtülerini açtırmadı diye idari ve sürgün olma cezalarına çarptırılmıyorlar…………………………………………..






12 Aralık 2013 Perşembe

         RABBİM ACI BİZE

Tüm ihtiyacımızı verdiğin dünyamızda,
Sonsun şükran-ı nimet olmamız gerekirken,
Gafletle geçti ömür, işte her şey ortada.
Rabbim acı bizim şu perişan halimize.

Daha dün kara toprak kupkuruyken yeşerdi.
Menekşe boyun büküp, zikrini sundu sana.
Gülzara bülbül kondu, feryat, figan eyledi,
Biz farkına varmadık ne olur acı bize.

Gökyüzünde bulutlar yan yana sıralandı.
Yağmurlar yere indi, işte dünya canlandı.
Ağaçlar çiçek açtı, arılar beste yaptı.
Biz bundan ders almadık, ne olur acı bize.

Bir gün dağlar düzlenip, toz olup savrulacak.
Direksiz gök katlanıp, toplanıp dürülecek.
Bütün yaptıklarımız konacak önümüze.
O gün hiç gelmez sandık, ne olur acı bize.

ESİNLENİLEN SURE VE AYETLER:
Enbiya suresi Ayet:104


8 Aralık 2013 Pazar

NOT: Bu yazı bir süre önce gazetede yayınlanan köşe yazımdır, önemine binaen buraya aldım                                                          

                                                           SÜTÇÜ  İMAM

            Bir milletin, devletin, şehrin, ailenin geçmişinde iftihar edeceği, övünç ve gurur duyacağı hadiselerin ve kişilerin bulunması o milletin geleceğinin olumlu yönde etkilenmesinde en büyük faktördür. Çocuk babası ile, ailesi ile övünür, onlara layık olmaya, onlar gibi olmaya çalışırsa, buna örnek almak denir. (Gerçi ibret olmak veya ibret almak hadisesi varsa da.) Asıl olan örnek olabilmektir. Tarihimizin şan ve şerefle dolu olması, bu şan ve şerefin neslimize doğru olarak yansıtılması körpe dimağların şekil almasında etkili olur. Olaya bu açıdan baktığımızda tarihçilere büyük görevler düştüğünü görürüz.
            Sınıfta bir tarih öğretmeninin Çanakkale destanımızı samimiyetle işlediğini düşünün, bu durumdan etkilenmeyecek genç olabilir mi? Yahut Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransız Kralını hapisten kurtaran “Ben ki Akdeniz’in ve Rumeli’nin ve Karadeniz’in ve Anadolu’nun, ve Karaman’ın ve Rum’un ve Acem’in Ve Mısır’ın ve Mekke ve Medine’nin ve ve ve….ecdadımın fethettiği daha birçok diyarın sultanı Yıldırım Beyazıt Han oğlu, Yavuz Selim Han oğlu, Sultan Süleyman Han’ım; sen ise Fransız vilayetinin kralı Françeskosun” dediği bu mektubun azametini duyup, onu ruhunda, benliğinde hissedip, ecdadı ile gurur duymayacak insan olabilir mi?
            Mazisi olmayanın istikbali de olamaz. Köksüz bir ağacın yaşayamayacağı açıktır. İşte bunun için İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, “Mazisi yıkık bir milletin atisi olur mu?” Diyerek bir gerçeği dile getirirken, büyük Şair Yahya Kemal “Kökü mazide atiyim” diyerek aynı gerçeği tekrarlamaktadır. Bu misalleri niçin verdik? Çünkü o iftihar kaynağımız olan nurdan insanlar sonsuza kadar sürecek olan milli kural ve kaideleri önümüze koymuşlar, bizlere en kamil manada örek olmuşlar ve ondan sonra da aslınızı inkar etmeyin, ceddinizle iftihar edin, onlar gibi olun hatta onları geçin demişler da onun için. Bu vatan Malazgirt’te nasıl yurt edinilmişse, İstanbul Surlarına tırmanan kahramanlar üzerlerine dökülen kaynar sulara, çeşitli zorluklara rağmen görevlerini yaparak nasıl tarihe isimlerini altın harflerle yazdırmış ve çağları değiştirmişlerse, Çanakkale’de nasıl yedi düveli dize getirmişlerse, Kahraman Mehmetciklerimiz Kıbrıs’ta, aşılması imkansız denen, 90 derece dik “beşparmak” dağlarını nasıl düz yolmuş gibi çok kısa bir zamanda aşmışlarsa, Kahramanmaraş ta nasıl bir şehir halkı kos koca bir devleti perişan edip, paçavraya çevirmişse; ey o şerefli milletin çocukları, torunları! Sizler de onların izlerinden gitmeli ve onlara layık evlatlar olduğunuzu göstermelisiniz demişler de onun için.
            Haftalardır gazeteler Kahramanmaraş’taki Sütçü İmam Üniversitesinin isminin değiştirmek istendiğini yazıyorlar. En sonunda halkın direnci ve tepkisi sonucu bu uğursuz teklif ve teşebbüsten vazgeçildiğini öğrendik. Sütçü İmam ismine karşı bu “sütü bozuk” teklifi ricat ettiren, geri püskürten Kahramanmaraş’ın güzel insanlarına, hemşehrilerime, kardeşlerime selam olsun, minnet olsun, saygı olsun.
 Kahramanmaraş’ta Fransızlara karşı büyük bir mücadele verilmiş, Şanlı Bayrağımızın kale burçlarından indirilip, yerine Fransız bayrağı çekilmesine rıza göstermemiş, Şanlı Bayrağımızı yerine asmayı, yani istiklal ve hürriyeti Cuma Namazından önde görülmüş, kölelik kabul edilmeyerek derhal ve anında baş kaldırılmış. Maraşlı hanımların örtüsüne uzanan eller Sütçü İmam’ın kurşunlar ile kırılmış ve Fransızlar Maraş’tan kovulmuştu. Sütçü İmam’ın sıktığı kurşun, Maraş’ın kurtuluşunun stardı, hücum emri olmuştur.
Bu güne kadar mütesettir (örtülü) hanım ve kızlarımız, Allah’ın emri olan örtülerinden dolayı çok sıkıntılar yaşadılar, okullarına gidemedi, mahkemelere giremedi hatta belediye otobüslerine bile binemediler. İnşallah Başbakının demokratikleşme açılımından yani bugünden sonra bu sıkıntıda bir daha yaşanmaz. 
 Şu garip duruma bakın ki aradan geçen onca yıla, yaşanan hadiselere rağmen bugün Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesinden “Sütçü İmam” ismi kazınarak, bedenden canın sökülmesi gibi silinmek, yok edilmek istenmiştir. Bu nasıl olabilir? Milli duygu sahibi olan ve mazisine saygılı bir insan bunu nasıl yapabilir, düşünülebilir? İşin daha da korkunç ve üzücü yanı, aynı tarihlerde İstanbul- Eyüp’te bir semte veya bir tepeye verilen “Pier Loti” isminin yerine, Eyüp Sultan isminin verilmesi teklifine bizim (bir kısım basın/veya kartel medyası) dediğimiz gazeteler ateş püskürürken,“Sütçü İmam Üniversitesi” isminin değiştirilmesi teklifine gıklarını bile çıkarmamalarıdır.
Kimdir Pier Loti? Sarhoş, ayyaş, ırz düşmanı, ahlaksız, kötü niyetli bir Fransız Subayı.Yani memleketimizi işgal etmek için gelen düşman bir milletin ferdi. Memleketimizi işgal için gelen bu düşmanlar “Allah Korusun” başarılı olsalardı, durumumuz bu günkü Irak’tan farklı mı olacaktı?
Peki Eyüp Sultan Kim? Peygamberimizin Medine’ye Hicretinde evinde misafir olarak kaldığı, sağlığında cennetle müjdelenen, İstanbul’u İslam memleketi yapabilmek için taa Medine’den kalkıp 90 yaşlarında olduğuna bakmadan oğulları ile birlikte İstanbul Surları önünde düşmanla çarpışırken şehit düşen bir sahabe.
Şimdi görüyor musunuz şu hali? Bir kısım medyanın içine düştüğü veya içinde bulunduğu şu acınacak durumu? Fransız Pier Loti’ye evet, Sütçü İmama ve Eyüp Sultan’a hayır. İşte bundan dolayı para vererek okuduğunuz gazeteye, seyrettiğin tv kanalına, (okuduğunuz kitaba diyeceğim ama kitap zaten okunmuyor) dikkat etmeli, çocuklarımızı da onlardan korumalıyız. Unutmayalım ki dinden uzak bir  düşüncenin tersi doğrudur.



2 Aralık 2013 Pazartesi

          YAKARIŞ

Havf ve Reca ile sana el açtım Rabbim.
Kapına geldim.
Rahmetinden umutvarım.
Her durumda sana sığınırım.
Sen, isteyenlerin isteklerini veren,
Dileyenlerin dileklerini kabul edensin.
Kemal-i edeple sana yalvarıyor ve senden istiyorum,
Bizi öfkemizin esiri,
Şeytanın oyuncağı,
Şehvetimizin düşkünü,
Menfaatlerimizin kölesi yapma.
Bizi kitabın olan Kuran’ın,
Rehberimiz olan Resulullah’ın,
Yolumuz olan Şeriat-ı garra’nın,
Dinimiz olan İslam’ın çizgisinden ayırma.
Yâ Rab!
Bizi hidayetine ulaştır.
Resulünün ahlakı ile ahlaklandır.
Ashab’ın ve evliyaullah’ın saygı ve sabır anlayışını ver bize.
Öyle ver ki,
Yalnız insanlar değil,
Hayvanlar,
Nebatat,
Bütün mahlukat
Bizden incinmesin.
Mum olup eriyip, aydınlatalım.
Seher vakti ağlayalım,
Günahlarımıza dövünelim.
Sana sığındık Rabbim.
Vekilimiz sensin,
Kerimimiz sensin,
İlâhımız sensin.
“Hasbinallauh veniğmel vekil.”
------------------------------

HAVF  : Korku.
RECA   : Umut.
KERİM : İhsan ve inayet sahibi. Şerefli ve izzetli. Cömert.









28 Kasım 2013 Perşembe

ELLİBİN YIL OLAN BİR GÜN

Ey insanlar! Size gelecek olan azabı,
Sakın ha istemeyin çünkü savamazsınız.
Her yaşanan olayın bir başkadır kaynağı,
Onu ancak Rabbim bilir, siz bilemezsiniz.

Dünya senesiyle elli bin yıl olan bir gün,
Ne demektir, bunun sırrını düşündünüz mü?
Meleklerin buraya çıkma süresi bir gün,
Ya da günün bir kısmı kadar, fehmettiniz mi?

O gün gökyüzü erimiş maden gibi olur.
Yıldızlar söner, güneş doğmaz ve ay parlamaz.
Yer yarılır, dağlarsa atılmış yüne döner.
Dost dostu  görmez, görse de hal hatır soramaz.

Buna rağmen dostlar birbirine gösterilir,
Fakat kimse tınmaz, herkes kendi derdindedir.
Günahkârlar kendi günahlarından kurtulmak için,
Çocuklarını fidye verme gayretindedir.

İyi bil  ki Cehennemin  alevli ateşi
 Dünyadayken bakımlı ciltleri, derileri
Acımadan iyice yakar, kavurur, soyar.
Atılan her suçludan sonra daha yok mu der.































İnsan pek hırslı ve sabırsız yaratılmıştır.
Kendine fenalık dokununca feryat eder,
Ama Rabbimin lutfuyla imkân verilince,
Bunu kendinden zanneder ve pinti kesilir.

Ancak sürekli ve vaktinde Namaz kılanlar,
Mallarından yoksullara bir hak tanıyanlar,
Ceza gününün hak olduğuna inananlar,
Ve tövbekâr olanlar, bundan müstesnadırlar.

Ayrıca iffet ve edebini koruyanlar,
Ahde vefa göstermede titiz davrananlar,
Emanet ve şahitlikte dosdoğru olanlar,
İşte bunlar Rabbimin misafirleridirler.

ESNLENİLEN SURE VE AYETLER:
 El- Meâric Suresi 1den 35. Ayetlere kadar.








26 Kasım 2013 Salı



Ayetler İşığında adlı kitabımdan
           --------------
İYİ İŞİN FAYDASI KENDİNEDİR

Aziz ve Hakim olan Rabbim’in kitabında,
Yıldızlarla süslenmiş semada ve dünyada,
İnsanın ve âlemin yaratılışlarında,
Müminler için ibretler, işaretler vardır.

Bak sararmış yapraklar, kuruyup çatlamış yer.
Hani nerde geçmişte tarih yazan insanlar?
Yemyeşil ve hayat doluyken dağlar, ovalar,
Hiç birinde kalmadı hayatiyetten eser.

Gecenin ve gündüzün durmadan geçişinde,
Yağmurla, kurumuş toprağa can verişinde,
Allah’ın gökyüzünden indirdiği rızkında,
Aklı olanlar için dersler, ibretler vardır.

Bil ki O, kitabıyla gerçeği bildirendir.
Lutfu ve keremiyle mümini güldürendir.
Merhameti sınırsız,  Rahman ve Rahim olan,
Resullerle kullara hak yolu bildirendir.

Resulüne katından gönderdiği o kitap,
Âlemlerin Rabbinin açık ayetleridir.
O dur insanoğluna kurtarıcı tek hitap,
Ve Kuran’dır kurtuluş arayana muhatap.

Hal bu iken Kendisine okunan Âyeti tınmayan.
Yalancı ve günahkâr kulların vay haline!
Gerçekler karşısında istifini bozmayan,
Küfürde hep direnen zalimin vay haline!

Kuran Âyetlerinden  bir şeyler öğrenirler,
Sonra da mübarek kelamla alay ederler.
Onlar küfürlerine devam ededursunlar,
Yakında küfür ve alay neymiş görecekler.

Kuran-ı  azimişşan, şanı yüce Rabbimin
Kullarına sunduğu kutlu bir hidayettir.
Mutluluk ve saadet O’na uyan her kulun,
İnkârcıya düşense acı bir nedamettir.

Rabbimiz kullarına öylesine cömert ki,
Bizim için denizi hazır hale getirdi.
Lütfederek verdiği rızkı bulalım diye,
Üstünde dağlar gibi gemileri yüzdürdü.

Rabbim bir lütuf ve ikram olarak her şeyi,
İnsanlığın hizmetine ve emrine verdi.
Göklerde bulunanları, yerde olanları,
Yiyiniz, içiniz de isaf etmeyin dedi.

Ey müminler! ferdî çekişmeden uzak durun.
Çünkü kul, yaptığının karşılığını bulur.
Ceza gününü hatırlayın, tövbekâr olun.
Çünkü Rabbim, tövbeleri kabul buyurur.

Dünyaya boşuna gelmedin, şeytana uyma.
İyi iş yap kardeşim, faydası kendinedir.
Kötülükten uzak dur, sakın ihmalkâr olma.
Çünkü yaptığın kötülüğün zararı kendinedir.

Bu Kuran, insanlığa basiret nurlarıdır.
İnananlar içinse hidayet rahmetidir.
Aklı olup ta kitabı inkâr edenleri,
Adam yerine koymak, insana hakarettir.

Kötülük işleyip te, tövbekâr olmayanlar,
İyilerle denk olduklarını sanmasınlar.
Böyle sanırlarsa en kötü hükmü verirler.
Çünkü Rabbimin yanında eşit değildirler.

Allah, gökleri, yeri muntazam yaratandır.
Müminleri yeryüzü varisleri kılandır.
Zerre miktarınca ameli değerlendirip,
Herkese kazancı kadar karşılık verendir.

Yoldan çıktığı için Rabbimin yol verdiği,
Kulak ve gözlerini hemen mühürlediği,
Önlerine perde çektiği kulların bile,
Var mıdır Allah’tan başka hiçbir güvendiği?   

Dediler ki, hayat bu dünyadan başka yoktur.
Yaşarız ve ölürüz bizi zaman yok eder.
Bu hususta bilgileri olmadığı halde,
Onlar sadece  zanla karar verir, hükmeder.

Onlara Kuran Ayetleri okunduğunda,
Bunlar doğruysa ölüleri diriltin dediler.
Kabirde sorgu-sual, mahşerde hesap var.
İyice düşünün bakalım, yetmez mi bunlar?

Dünyada,  âhiret için hazırlanmayanlar,                        
Göklerin mülkü, yerin de mülkü Allahınken, 
Kıyametin kopacağını yalan saydılar.
Bilmiş ol ki onların hepsi hüsrandadırlar.

O gün, her ümmet diz çökmüş olarak görülür.
Ve onların her ferdi kitabına çağrılır.
Geçmiş bütün amelleri hesap edilir de,
Her biri yaptığına göre karşılık bulur.
  
Bu, hakkı açıkça söyleyen kitabımızdır.
Rabbimiz yaptıklarımızı çok iyi bilir.
 Güzel iş yapan herkese cennet gösterilir,
İşte bu beklenen kurtuluşunuzdur denir.

Ayetler,  inkâr edenlere okunduğunda,
Onlar kibirle ve gururla yürür giderler.
Vadedilen  kıyamet haktır denildiğinde,
O, bir tahminden ve zandan ibarettir derler.

Hamd, tüm mahlukatın rabbi Allah’a mahsustur.
O, canlı cansız her şeyi hiç yoktan var eder.
İnsanı özlü bir çamurdan yaratan  Rabbim.
Her durumda  ve şartta varlıklara  hükmeder.

ESİNLENİLEN AYET VE SURELER:
El Câsiye Suresi, Ayetler 2 den 35 e kadar.
--------------------------------------------------
BASİRET: Hakikati kalbiyle hissedip anlama.
          Ferâset. İbret alınacak hidayet sebepleri.








25 Kasım 2013 Pazartesi

 ZİKİR RUHUN GIDASIDIR

Akşam- sabah Allah’ı tesbih eden dağlar,
Davud’la birlikte hakkı zikreden kuşlar,
Yerler, gökler, ikisi arasındakiler,
Elbette ki boşuna yaratılmadılar.

Sakın arama rahatı başka yerlerde.
Gönüller Hakkı zikirle sükûna erer.
Bilmiş ol ki bunalıp, sıkıldığın günler,
Kalpler Rabbini anmakla huzura erer.

Dünyanın dert ve sıkıntısıyla insanlar,
Bazen müziktir diyorlar ruhlara gıda.
Tabi ki her zaman doğru değildir bunlar.
Bak, huzur hakkı anmaktadır diyor Huda.

ESİNLENİLEN SUREVE AYETLER:
Sebe Suresi, Ayet 10-18-19-27




22 Kasım 2013 Cuma

OKULLAR MİLLETİN BEYNİ 
                   OKULLARIN HAYAT DAMARLARI OLAN ÖĞRETMENLERSE
                                        NESLİMİZİN MİMARLARIDIRLAR                                   
                                                    

            Öğretmen kelimesine başka bir şey eklemek hiç içimden gelmiyor. Öğretmenler günü falan dediğimizde, asıl özne ikinci plana itiliyormuş gibi geliyor bana. Öğretmen kelimesinin derinliği kendi içerisinde gizlidir.
            Bir grup öğretmene konuşma yapmam icap etse, acaba neler söylerdim? Başka bir ifade ile  (M.E.B) dan bir yetkili ve etkili kişinin, okulların açılması sebebi ile veya yarı yıl tatiline girerken, tüm öğretmenlere şöyle  hitap etmesini  isterdim.
            Değerli öğretmen arkadaşlarım! Eğitim ve öğretim, ömrümüzün belirli bir bölümünde değil beşikten mezara kadar devam eden bir olgudur. Her gün, hatta her an insan yeni bir şey öğrenmekle karşı karşıyadır. Bu öğrenme gerçeği gençlik ve çocukluk yıllarında tabi ki daha hızlıdır. Neslimiz eğitim yolu ile şekil alarak hayata atılır. Dolayısı ile bir millete şekil veren, o milletin eğitim kurumlarıdır. Ana ve babalar, aileler her zaman çocuklarının yabancılara değil kendilerine, kendi milletine benzemesini, kendi milletinin özelliklerini taşımasını istemişlerdir- isterler. “Yeter ki çocuğum okusun, adam olsun, ben ceketimi satar onu okuturum,” sözünün altında bu düşünce yatmaktadır.
Emperyalistler ise artık top, tüfek, asker, güç kullanarak ülkeler almayı bırakmışlar veya bunun yanında, bundan daha önemli ve kalıcı olan kültür emperyalizmine ağırlık vermişlerdir. Bunun için ise okulları, eğitim kurumlarını en uygun merkezler olarak görmektedirler. Bir milletin dilini mi değiştirecekler? İnancını mı bozacaklar? Milli duygularını zaafa uğratıp, tarihi ile bağını mı koparacaklar? Kos koca bir milletin neslini kendi dedesini, babasını beğenmeyen, gayesiz, idealsiz, inançsız, hedefsiz, bom boş, taklit ve moda peşinde koşan birer insan yığınları, kalabalıkları haline mi getirmeyi amaçlamaktadırlar? İşte bunları gerçekleştirmek için seçtikleri üsler okullardır. Okullar vasıtası ile insanımızı vücut bizim, kafa, düşünce biçimi yabancılara ait birer acayip yaratık haline getirmeyi hedeflemektedirler.
            Değerli arkadaşlarım! Şu bir gerçektir ki; kültür emperyalizminin en etkili panzehiri inançtır- dindir- maneviyattır. İşte milli ve manevi değerlerimize sıkı sıkıya bağlı, yabancıların değil, kendi milletimizin  özelliklerini taşıyan, tarihi ve milleti ile iftihar eden, benim tarihimin yetmiş, seksen, yüz yıllık değil, bin yıllık şanlı bir geçmişi vardır ve ben tarihimin her cümlesini, her satırını, her kelimesini, her olayını sebep ve sonuçları ile bilir, ona sahip çıkar ve onunla gurur duyarım diyen bir neslin yetişebilmesi için, istisnasız her öğretmen arkadaşım milletimizin teminatı olmalıdır.
            Gerçi günümüzde kültür emperyalizminin tek sorumlusu okullar değildir. Bu gün televizyonlar okullardan daha etkili duruma gelmiştir. Televizyon sayesinde kitap okumak, fikir ve düşünce üretmek bitmiş, özellikle memleketimizin geleceği olan genç nesle –tv- kültürü hakim olmuştur. Evlere ve iş yerlerine alınan gazete varsa, onlar da magazin türü şeylerdir. Tabi ki bu gidiş sağlıklı bir gidiş değildir.
            Geçenlerde bir annenin feryadını dinledim. Beş altı yaşlarında olan kızı akşam yatağının içerisine oturmuş, iki elini göğüs hizasında, avuç içleri birbirine gelecek şekilde tutmuş, gözleri kapalı vaziyette duruyor, dudakları kıpırdıyormuş.
-          Ne yapıyorsun öyle kızım? diyen annesine.
-          Dua ediyorum anneciğim, diye cevap vermiş. Annesi
-          Dua öyle mi edilir? deyince de
-          Televizyonda böyle yapıyorlar, diye karşılık vermiş.
Kadıncağız bu olayı büyük bir üzüntü ile yana yakına anlatıyordu.
Elbette ve maalesef bu anne gibi daha nice anne ve babalar vardır. Ama şu da bir geçektir ki, televizyonlara o programları yapanları ve koyanları da okullar yetiştiriyor. İşte bu sebepten dolayı milletin beyni olan okullar ve okulların hayat damarları olan öğretmenler, neslimizin mimarlarıdırlar.
           Bir düşünürümüz, “Kızlarını okutmayan bir millet, oğullarını manevi öksüzlüğe mahkum  etmiş demektir. Hüsranına ağlasın,” diyor. Okutmak, evet ama nasıl?...
                        Bundan bir süre önce karanlık güçler tarafından içimize sağ ve solculuk hastalıkları sokulmuş, aynı milletin, vatanın, şehrin hatta mahallenin gencecik insanları birbirlerine düşman edilmiş, aileler büyük sıkıntılar yaşamışlardı. Allah’a şükürler olsun o beladan kurtulduk. Şimdi solcuya da sağcıya da soruyorsunuz “ o günlerde yapılanları şimdi nasıl karşılıyorsunuz?”diye. İki tarafta o olayları tasvip etmediklerini, yanlış ve hata olduğunu söylüyorlar.
                        Öğretmenler günü, analar, babalar, kadınlar, sevgililer günü gibi kabul ediliyor, herkesin belli birer günleri var bizim de olsun, gibi düşünülüyor, birkaç yaldızlı söz, birkaç nutuktan ibaret bırakılıyorsa,  bu zaman israfından başka bir mana ifade etmez. Böyle günler birer özeleştiri günleri olmalı, ileriye daha ileriye nasıl gidilir? Maddi, manevi eksiklerimiz giderilip, problemler çözülerek, mükemmele nasıl ulaşılır diye toplanılan, bir araya gelinen günler olmalı ve her yıl bir önceki yılda hedeflenen amaca ulaşılıp ulaşılmadığının hesabı gözden geçirilmelidir.

Bütün öğretmen arkadaşlarımın, öğrencilerin, ailelerin, Öğretmenler günlerini kutlar başarılar dilerim.







                                

20 Kasım 2013 Çarşamba

ESKİ BAYRAMLAR

            Bir sosyal olay olarak dini bayramlar beni hep etkilemiştir. Günler, belki haftalar öncesinden yediden- yetmişe toplumun her ferdi hummalı bir hazırlık içerisine girer. Bu hazırlıkta zengin-fakir farkı da yoktur. Küçük- büyük demeden herkese bu bayramlarda bir çorap, bir mendille de olsa yeni bir şey alınır, bu durum ticari hayata önemli bir canlılık katar.
            İşte dini bayramlarımızdan olan bir kurban bayramını daha geride bıraktık. Ömrü olanlar bir yıl sonra bu günü düşündüklerinde, bir yıl gibi kısa bir sürede negatif veya pozitif olarak ne gibi bir hayat yaşandığına bakmalı, eksi gidişat varsa onu artıya çevirme yönünde gayret göstermelidir. Böyle olmazsa eğer, orta yaşlı veya orta yaşın üzerindeki insanlardan hep duyduğumuz “nerede o eski bayramlar” sözünü duymaya devam ederiz. Aslında bu sözün veya özlemin taşıdığı mana insan merkezlidir. Çünkü “ bir dinde sevinçli olan gün” anlamına gelen bayramlar eskinden neyse, mana ve mahiyet olarak şimdi de aynıdır. İnsanlar Yüce Yaratıcının emri olduğu için bir ay oruç tutar ve kurban keserler, bu fiillerinin karşılığını da Allah’tan beklerler. Üç günlük fani dünyada, ebedi hayatı kazanmaya vesile olacak olayları yaşattığı için Rablerine şükreder, bayram ederler, bu hep böyle olmuştur, olmalıdır.
            Günlük hayatımızda zaman zaman benzeri sevinçli günler yaşadığımız da olur. Evlilik yıldönümleri, doğum günleri böylesi sevinçli günlerdendir. Doğum hadisesi son derecede önemli bir olaydır. Hiç yoktan aileye yeni bir can, Allah’ın en şerefli mahluk olarak yarattığı bir insan daha katılmaktadır. Bu katılımın yıl dönümü aileyi mutlu eder, sevince boğar ama hiçbir sevinçli gün veya olay, inanca dayalı bayramlarımız kadar toplumumuzun yüzde yüzünü harekete geçirecek, etkileyecek kadar güçlü değildir. Ancak burada ıskalanan, ihmal edilen husus mahlukun ( yaratılanın) hatırlanıp, halıkın (yaratanın) unutulmasıdır. Karşımızda aileye yeni katılan harikulade güzellikte, paha biçilemez bir gerçeklik var, ama biz bunun nasıl olduğunu, bu yaratılışta bizim olayın neresinde olduğumuzu, Yüce Yaratıcının neresinde olduğunu düşünmeden olaya rutin bir tabiat olayı gibi bakar geçeriz. Oysa bir çiçeğin açışından, bir sineğin uçuşuna, bir yağmurun yağışından, gözlerden yaşların süzülüşüne, hatta her vakitte ayrı makamda okunan (okunması gereken) Ezanı Muhammedi’nin davetine kadar her şeyin bizi yaratanımza götürmesi gerektiğinin farkında olmamız icab etmez mi?         
Evet ne diyorduk? “Nerede o eski bayramlar?”
Efendim bir hadiseyi, sosyal bir olayı iyi veya kötü, sevimli veya sevimsiz yapan olayın kendisi değil insanlardır. Mesela benim çocukluğumda insanların ekonomik durumları bu günkü kadar düzgün değildi, bir baba ve anne belki çocuklarının ellerinden tutarak bayram alış verişine çıkamıyor, evlerine yeni bir eşya alamıyorlardı, ama eski fakat temiz elbiseler içerisinde o insanlar mutluydular ve bayram kâmil manada yaşanırdı.
Bir kere eskiden bayram geliyor diye insanlar evlerinden kaçmazlar, bilakis bayram için toplanırlardı. Zaruret karşısında evlerinden çıkak durumunda kalan  aile reisi evde yok diye gelen misafirler “kapıyı duvar görüp”  geri dönmezler, evin hanımı, hane reisini soranlara  “o yoksa evi burada, buyurun” der, misafirlerine karşı görevlerini yapardı.
İkinci olarak mutlaka büyükler ziyaret edilir, elleri öpülür, hayır duaları alınırdı. Babam ve babam gibi birçok insan Kurban Bayramı ise öyle namazından sonra, Ramazan Bayramı ise bayram namazının arkasından cami cemaatini, imam efendiyi, arkadaşlarını yemeğe davet eder, 20-30, bazen daha fazla  cemaata sofralar kurulur, yemekler verilir, arkasından Kuran tilavet edilir, dualar yapılırdı. Babam ailenin ve çevrenin büyüğü olduğu için bayram süresince her gün grup grup insanlar, hısım, akraba ve komşular gelirler, her gelene izzet ve ikramlarda bulunulurdu. Küs olan insanlar varsa barışmaları söylenir, buna rağmen barışmayanlar olursa köyün büyükleri devreye girerler, o büyüklerin sözleri ve istekleri de geri çevrilmezdi. Şimdi sorarım size yılda en az iki defa birbirleri ile kucaklaşan, kırgınlık, dargınlıkları giderilen bir toplumda barış ve hoşgörü hâkim olmaz mı?
Günümüzde insanlar bayram tatilini bahane ederek evlerinden uzaklaşmayı bir marifet sayıyorlar, neymiş efendim bayram sebebi ile yorgunluk oluyormuş, bak bak, şu işe bak sen! Bunun yanında toplumumuzda bir duyarsızlık daha var ki o da, aynı apartmanda yaşayan insanlar birbirlerini tanımıyor, birbirlerine gidip gelmiyor, derdine, kederine, mutluluğuna ortak olmuyorlar, selam bile vermiyorlar. Böyle komşuluk, böyle insanlık olur mu? Adama selam veriyorsun, ya hiç cevap vermiyor, ya da senin verdiğin selamla hiç alakası olmayan bir sözle cevap veriyor. Böyle olunca da iletişim kurmak zorlaşıyor, insanlar arasında samimiyet değil kopukluk başlıyor. Onun için “nerede o eski bayramlar “ yerine “nerede o eski insanlardaki anlayış” demek daha doğru olur kanaatindeyim.