20 Kasım 2013 Çarşamba

ESKİ BAYRAMLAR

            Bir sosyal olay olarak dini bayramlar beni hep etkilemiştir. Günler, belki haftalar öncesinden yediden- yetmişe toplumun her ferdi hummalı bir hazırlık içerisine girer. Bu hazırlıkta zengin-fakir farkı da yoktur. Küçük- büyük demeden herkese bu bayramlarda bir çorap, bir mendille de olsa yeni bir şey alınır, bu durum ticari hayata önemli bir canlılık katar.
            İşte dini bayramlarımızdan olan bir kurban bayramını daha geride bıraktık. Ömrü olanlar bir yıl sonra bu günü düşündüklerinde, bir yıl gibi kısa bir sürede negatif veya pozitif olarak ne gibi bir hayat yaşandığına bakmalı, eksi gidişat varsa onu artıya çevirme yönünde gayret göstermelidir. Böyle olmazsa eğer, orta yaşlı veya orta yaşın üzerindeki insanlardan hep duyduğumuz “nerede o eski bayramlar” sözünü duymaya devam ederiz. Aslında bu sözün veya özlemin taşıdığı mana insan merkezlidir. Çünkü “ bir dinde sevinçli olan gün” anlamına gelen bayramlar eskinden neyse, mana ve mahiyet olarak şimdi de aynıdır. İnsanlar Yüce Yaratıcının emri olduğu için bir ay oruç tutar ve kurban keserler, bu fiillerinin karşılığını da Allah’tan beklerler. Üç günlük fani dünyada, ebedi hayatı kazanmaya vesile olacak olayları yaşattığı için Rablerine şükreder, bayram ederler, bu hep böyle olmuştur, olmalıdır.
            Günlük hayatımızda zaman zaman benzeri sevinçli günler yaşadığımız da olur. Evlilik yıldönümleri, doğum günleri böylesi sevinçli günlerdendir. Doğum hadisesi son derecede önemli bir olaydır. Hiç yoktan aileye yeni bir can, Allah’ın en şerefli mahluk olarak yarattığı bir insan daha katılmaktadır. Bu katılımın yıl dönümü aileyi mutlu eder, sevince boğar ama hiçbir sevinçli gün veya olay, inanca dayalı bayramlarımız kadar toplumumuzun yüzde yüzünü harekete geçirecek, etkileyecek kadar güçlü değildir. Ancak burada ıskalanan, ihmal edilen husus mahlukun ( yaratılanın) hatırlanıp, halıkın (yaratanın) unutulmasıdır. Karşımızda aileye yeni katılan harikulade güzellikte, paha biçilemez bir gerçeklik var, ama biz bunun nasıl olduğunu, bu yaratılışta bizim olayın neresinde olduğumuzu, Yüce Yaratıcının neresinde olduğunu düşünmeden olaya rutin bir tabiat olayı gibi bakar geçeriz. Oysa bir çiçeğin açışından, bir sineğin uçuşuna, bir yağmurun yağışından, gözlerden yaşların süzülüşüne, hatta her vakitte ayrı makamda okunan (okunması gereken) Ezanı Muhammedi’nin davetine kadar her şeyin bizi yaratanımza götürmesi gerektiğinin farkında olmamız icab etmez mi?         
Evet ne diyorduk? “Nerede o eski bayramlar?”
Efendim bir hadiseyi, sosyal bir olayı iyi veya kötü, sevimli veya sevimsiz yapan olayın kendisi değil insanlardır. Mesela benim çocukluğumda insanların ekonomik durumları bu günkü kadar düzgün değildi, bir baba ve anne belki çocuklarının ellerinden tutarak bayram alış verişine çıkamıyor, evlerine yeni bir eşya alamıyorlardı, ama eski fakat temiz elbiseler içerisinde o insanlar mutluydular ve bayram kâmil manada yaşanırdı.
Bir kere eskiden bayram geliyor diye insanlar evlerinden kaçmazlar, bilakis bayram için toplanırlardı. Zaruret karşısında evlerinden çıkak durumunda kalan  aile reisi evde yok diye gelen misafirler “kapıyı duvar görüp”  geri dönmezler, evin hanımı, hane reisini soranlara  “o yoksa evi burada, buyurun” der, misafirlerine karşı görevlerini yapardı.
İkinci olarak mutlaka büyükler ziyaret edilir, elleri öpülür, hayır duaları alınırdı. Babam ve babam gibi birçok insan Kurban Bayramı ise öyle namazından sonra, Ramazan Bayramı ise bayram namazının arkasından cami cemaatini, imam efendiyi, arkadaşlarını yemeğe davet eder, 20-30, bazen daha fazla  cemaata sofralar kurulur, yemekler verilir, arkasından Kuran tilavet edilir, dualar yapılırdı. Babam ailenin ve çevrenin büyüğü olduğu için bayram süresince her gün grup grup insanlar, hısım, akraba ve komşular gelirler, her gelene izzet ve ikramlarda bulunulurdu. Küs olan insanlar varsa barışmaları söylenir, buna rağmen barışmayanlar olursa köyün büyükleri devreye girerler, o büyüklerin sözleri ve istekleri de geri çevrilmezdi. Şimdi sorarım size yılda en az iki defa birbirleri ile kucaklaşan, kırgınlık, dargınlıkları giderilen bir toplumda barış ve hoşgörü hâkim olmaz mı?
Günümüzde insanlar bayram tatilini bahane ederek evlerinden uzaklaşmayı bir marifet sayıyorlar, neymiş efendim bayram sebebi ile yorgunluk oluyormuş, bak bak, şu işe bak sen! Bunun yanında toplumumuzda bir duyarsızlık daha var ki o da, aynı apartmanda yaşayan insanlar birbirlerini tanımıyor, birbirlerine gidip gelmiyor, derdine, kederine, mutluluğuna ortak olmuyorlar, selam bile vermiyorlar. Böyle komşuluk, böyle insanlık olur mu? Adama selam veriyorsun, ya hiç cevap vermiyor, ya da senin verdiğin selamla hiç alakası olmayan bir sözle cevap veriyor. Böyle olunca da iletişim kurmak zorlaşıyor, insanlar arasında samimiyet değil kopukluk başlıyor. Onun için “nerede o eski bayramlar “ yerine “nerede o eski insanlardaki anlayış” demek daha doğru olur kanaatindeyim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder