ESKİ BAYRAMLAR
Bir sosyal
olay olarak dini bayramlar beni hep etkilemiştir. Günler, belki haftalar
öncesinden yediden- yetmişe toplumun her ferdi hummalı bir hazırlık içerisine
girer. Bu hazırlıkta zengin-fakir farkı da yoktur. Küçük- büyük demeden herkese
bu bayramlarda bir çorap, bir mendille de olsa yeni bir şey alınır, bu durum ticari
hayata önemli bir canlılık katar.
İşte dini
bayramlarımızdan olan bir kurban bayramını daha geride bıraktık. Ömrü olanlar
bir yıl sonra bu günü düşündüklerinde, bir yıl gibi kısa bir sürede negatif
veya pozitif olarak ne gibi bir hayat yaşandığına bakmalı, eksi gidişat varsa
onu artıya çevirme yönünde gayret göstermelidir. Böyle olmazsa eğer, orta yaşlı
veya orta yaşın üzerindeki insanlardan hep duyduğumuz “nerede o eski bayramlar”
sözünü duymaya devam ederiz. Aslında bu sözün veya özlemin taşıdığı mana insan
merkezlidir. Çünkü “ bir dinde sevinçli olan gün” anlamına gelen bayramlar
eskinden neyse, mana ve mahiyet olarak şimdi de aynıdır. İnsanlar Yüce
Yaratıcının emri olduğu için bir ay oruç tutar ve kurban keserler, bu
fiillerinin karşılığını da Allah’tan beklerler. Üç günlük fani dünyada, ebedi
hayatı kazanmaya vesile olacak olayları yaşattığı için Rablerine şükreder,
bayram ederler, bu hep böyle olmuştur, olmalıdır.
Günlük
hayatımızda zaman zaman benzeri sevinçli günler yaşadığımız da olur. Evlilik
yıldönümleri, doğum günleri böylesi sevinçli günlerdendir. Doğum hadisesi son derecede
önemli bir olaydır. Hiç yoktan aileye yeni bir can, Allah’ın en şerefli mahluk
olarak yarattığı bir insan daha katılmaktadır. Bu katılımın yıl dönümü aileyi
mutlu eder, sevince boğar ama hiçbir sevinçli gün veya olay, inanca dayalı
bayramlarımız kadar toplumumuzun yüzde yüzünü harekete geçirecek, etkileyecek
kadar güçlü değildir. Ancak burada ıskalanan, ihmal edilen husus mahlukun (
yaratılanın) hatırlanıp, halıkın (yaratanın) unutulmasıdır. Karşımızda aileye
yeni katılan harikulade güzellikte, paha biçilemez bir gerçeklik var, ama biz bunun
nasıl olduğunu, bu yaratılışta bizim olayın neresinde olduğumuzu, Yüce
Yaratıcının neresinde olduğunu düşünmeden olaya rutin bir tabiat olayı gibi
bakar geçeriz. Oysa bir çiçeğin açışından, bir sineğin uçuşuna, bir yağmurun
yağışından, gözlerden yaşların süzülüşüne, hatta her vakitte ayrı makamda
okunan (okunması gereken) Ezanı Muhammedi’nin davetine kadar her şeyin bizi
yaratanımza götürmesi gerektiğinin farkında olmamız icab etmez mi?
Evet ne diyorduk? “Nerede o eski
bayramlar?”
Efendim bir hadiseyi, sosyal bir olayı iyi veya kötü,
sevimli veya sevimsiz yapan olayın kendisi değil insanlardır. Mesela benim
çocukluğumda insanların ekonomik durumları bu günkü kadar düzgün değildi, bir
baba ve anne belki çocuklarının ellerinden tutarak bayram alış verişine
çıkamıyor, evlerine yeni bir eşya alamıyorlardı, ama eski fakat temiz elbiseler
içerisinde o insanlar mutluydular ve bayram kâmil manada yaşanırdı.
Bir kere eskiden bayram geliyor
diye insanlar evlerinden kaçmazlar, bilakis bayram için toplanırlardı. Zaruret
karşısında evlerinden çıkak durumunda kalan aile reisi evde yok diye gelen misafirler
“kapıyı duvar görüp” geri dönmezler, evin
hanımı, hane reisini soranlara “o yoksa
evi burada, buyurun” der, misafirlerine karşı görevlerini yapardı.
İkinci olarak mutlaka büyükler
ziyaret edilir, elleri öpülür, hayır duaları alınırdı. Babam ve babam gibi
birçok insan Kurban Bayramı ise öyle namazından sonra, Ramazan Bayramı ise
bayram namazının arkasından cami cemaatini, imam efendiyi, arkadaşlarını yemeğe
davet eder, 20-30, bazen daha fazla cemaata sofralar kurulur, yemekler verilir,
arkasından Kuran tilavet edilir, dualar yapılırdı. Babam ailenin ve çevrenin
büyüğü olduğu için bayram süresince her gün grup grup insanlar, hısım, akraba
ve komşular gelirler, her gelene izzet ve ikramlarda bulunulurdu. Küs olan
insanlar varsa barışmaları söylenir, buna rağmen barışmayanlar olursa köyün
büyükleri devreye girerler, o büyüklerin sözleri ve istekleri de geri
çevrilmezdi. Şimdi sorarım size yılda en az iki defa birbirleri ile kucaklaşan,
kırgınlık, dargınlıkları giderilen bir toplumda barış ve hoşgörü hâkim olmaz
mı?
Günümüzde insanlar bayram
tatilini bahane ederek evlerinden uzaklaşmayı bir marifet sayıyorlar, neymiş
efendim bayram sebebi ile yorgunluk oluyormuş, bak bak, şu işe bak sen! Bunun yanında
toplumumuzda bir duyarsızlık daha var ki o da, aynı apartmanda yaşayan insanlar
birbirlerini tanımıyor, birbirlerine gidip gelmiyor, derdine, kederine,
mutluluğuna ortak olmuyorlar, selam bile vermiyorlar. Böyle komşuluk, böyle
insanlık olur mu? Adama selam veriyorsun, ya hiç cevap vermiyor, ya da senin
verdiğin selamla hiç alakası olmayan bir sözle cevap veriyor. Böyle olunca da
iletişim kurmak zorlaşıyor, insanlar arasında samimiyet değil kopukluk başlıyor.
Onun için “nerede o eski bayramlar “ yerine “nerede o eski insanlardaki anlayış”
demek daha doğru olur kanaatindeyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder