HİCAP -3
Aradan yıllar geçti. Ben
bu ve benzeri mücadeleleri vererek üniversite üçüncü sınıfa kadar gelmiştim.
Memleketimizde müdahaleler ve ihtilaller olmakla kalmamış, halk üzerinde
ihtilallerden daha büyük ve olumsuz etkiler yapan 1980 İhtilâli ürünü şu mahut
kılık ve kıyafet yönetmeliği çıkmış ve uygulanmaya da başlanmıştı. Bu konuda verdiğim
her mücadele, uğradığım her haksızlık, bende büyük bir savunma ve mücadele isteği
ve azmi uyandırmıştı. Kılık-kıyafetime yapılan her müdahaleyi kimliğime ve kişiliğime yapılan küçültücü bir
saldırı olarak görüyor ve kabul ediyordum.
İnsanın kendi memleketinde istediği şekilde giyinip kuşanma hakkı olmayacak
mıydı? Bu ne biçim iş, nasıl bir uygulamaydı?
Bir gün şehir içerisinde
çalışan belediye arabasına binmek üzereyken, ortaokul veya lise seviyesinde,
yani yaşı benden daha küçük olan iki
genç kız “ ama amca” diye sızlanarak arabadan indiler. Belediye Arabası çok
dolu olduğu, aradaki boşlukta bile
ayakta duracak yer olmadığı için, o kızlar arka kapıya ilerleyemediklerinden,
bilet satan görevli ön kapıdan inmelerine izin vermişti. Onlar indikten sonra,
arabayı bekletmemek için ben de ön kapıdan hızlıca bindim. Şoförün sağ
tarafında motorun üzerinde oturan elli beş- altmış yaşlarında, sinek kaydı
tıraşlı, bıyıksız, saçları biraz dökülmüş, ablak yüzlü bir adam sırıtarak bana
bakıyordu. Ben biletimi alıp paramın üzerini cüzdanıma yerleştirirken, sırıtması
hala devam eden kişi bana bakarak, “öyle değil mi?” dedi. Ben “ne öyle değil
mi?” deyince, muhatabım “ Biraz önce arabadan inen arkadaşlarına, elin adamı aya gidiyor, yıldızlara gidiyor,
sizin hala başınızdaki bu örtü ile ne alıp veremediğiniz var? Yeter artık,
çıkarın atın şunları, dedim.” Diye zafer kazanmış bir kahraman edası ile biraz
önce söylediklerini tekrar ediyordu… Öylesine sinirlenmiş, kan beynime
sıçramıştı ki, konuşması hâlâ devam eden ablak yüzlü adamın ne dediğini artık
duyamıyordum. Sert ve yüksek bir sesle onun konuşmasını keserek, “ Sen terörist
müsün? Anarşist veya maganda mısın da
insanları rahatsız ediyorsun, buna ne hakkın var?” Adam neye uğradığını
şaşırmıştı. Ben aynı sertlikte kanaatlerimi söylemeye devam ettim.” Her insanın
istediği şekilde giyinmesini; yaşama,
nefes alma, yeme, içme gibi tabii hakkı olarak görmekten daha normal ne
olabilir? Bu hoş görüyü kazanmanızın zamanı daha gelmedi mi? Bu hoşgörüyü
kazanabilmek için daha ne kadar, kaç yıl yaşamanız gerekiyor? Nasıl ki bir insan, Anayasa Kitabının içinde
yazılı olan her kanun maddesine uyarım, ama şu maddeye uymam bunun tam tersini
yaparım diyemezse, kişinin istediği şekilde giyinip kuşanması da onun gibidir,
yani inancının gereğidir.” Dedim.
Konuştukça sinirlerim daha çok geriliyor, o münasebetsiz adamın dersini verme
isteğim artıyordu, ama terbiye sınırlarını aşmadan, ölçülü olmak zorunda
olduğumun da farkındaydım. Babamın “ Yiğitlik öfkeyi yenmektir.” Dediği hiç
aklımdan çıkmıyordu. Tıklım tıklım dolu olan arabada çıt çıkmıyor, herkes bizi
daha doğrusu beni dinliyordu. Arada bir, yolcular arasından kimin söylediği
belli olmayan, fakat alçak bir sesle, “Aldın mı şimdi ağzının payını?”
“Münasebetsiz adam- Her kuşun eti yenmez- Bu yaşa gelmiş hala akıllanmamış-
Sana ne el alemin kızının başındaki örtüden.” Gibi sesler geliyordu. Sonunda
dedim ki, “Beyefendi! Görüyorum ki onlar senin kızın, hatta torunun
yaşlarındaki çocuklardır, onların morallerini bozmaya, canlarını sıkmaya ne
hakkın var? Bir başkası senin kızına, denize mayo ile girmeyecek, elbise ile
gireceksin, yahut şu üzerindeki japone kollu elbise yerine uzun kollu bir şeyler
giyeceksin dese, bu durum kızınızın veya sizin hoşunuza gider mi? Yahut şu anda
ben size, şu boynunuzda asılı duran şal desenli kravat sinirime dokunuyor, onu
çıkartın diyebilir miyim? Şayet dersem bu münasebetsizlik olmaz mı? Sonra
beyefendi lütfen söyler misin? Siz aya yıldızlara gittiniz de, aracınızın pervanesi
bizlerin eşarplarına mı takıldı da gidemediniz? Ayrıca beyefendi! Birliğe
beraberliğe her zamankinden daha çok ihtiyacımızın olduğu bir zamanda; sizin ve
sizin gibilerin bu tutum ve yaklaşımlarınızla, milletimizin birliğine ve
bütünlüğüne ne kadar zarar verdiğinizin farkında mısınız? Size açıkça soruyorum,
toplum barışı bu yaklaşımla sağlanabilir mi? Tarihen sabittir, halen yaşayarak
ta şahit oluyoruz ki, emperyalist devletler, egemen olmak istedikleri ülkelerin
vatandaşları arasına önce ikilik ve nifak tohumları ekerek, milleti birbirine
düşürmekte, sonra da çeşitli şekillerde müdahale ederek, o ülke üzerinde söz
sahibi olmaktadırlar. Bilmeden, farkında ve şuurunda olmadan yaptığınızı umut etmek,
inanmak istediğim, sizin şu anda sergilediğiniz
davranış ve o kızlara yaptığınız müdahalenin,
dış güçlerin yaptıklarından ne farkı vardır? Bu tutumunuz, milli
bünyemize zarar vermekten başka ne sonuç doğurabilir?
Muhatabım kızarıp, bozarıyor,
önüne bakıyor ve hiç cevap veremiyordu. Bu arada arabamız benim ineceğim durağa
gelmişti. İyi günler dileyerek arabadan
indim.
***----------------
Aradan üç gün geçmişti. Bir
Pazar günü saat on civarında kahvaltımızı yapmış, annemle birlikte masayı
topluyorduk. Babam günlük gazetesini okumuş olmalı ki gazetenin bulmacasını
çözüyordu. Annem bana durmadan “ Kızım sen dersine bak, yahut dinlen, ben
yaparım bu işleri, zaten bir pazarın var.” Dese de ben mutfaktaki işleri
bitirmeden işi bırakmamaya kararlı idim. Her şeyi toparlamış, bardakları
yıkamaya hazırlanıyorduk, kapımız çalındı. Açtım ki üç gün önce tartıştığımız
ablak yüzlü bıyıksız adam. Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm mü, gerginlik mi
olduğu belli olmayan bir ifade ile gözlüklerinin arkasından bana bakmıyor mu?
Yanında da benden büyük, fakat genç bir bayanla gelmişlerdi.
“Merhaba kızım- Günaydın” dedi gözlüklü adam.
Arkasından yanındaki genç bayan
“Sabah sabah
sizi rahatsız ettik, bağışlayın lütfen, biraz içeri girebilir miyiz? İzin verir
misiniz?”
Sonradan adının Aylin olduğunu
öğrendiğim bu bayan otuz- otuz beş yaşlarında, orta boylu, kısa saçlarını siyaha boyatmış, hafifçe
şişman biriydi. Çorapsız ayaklarının tırnakları ile ellerinin tırnakları aynı
renkte boyanmış, güzel denemese de hoş ve bakımlı bir bayandı. Hareketlerine ve
genel durumuna bakarak, onun çalışan bir bayan olduğunu tahmin etmek zor
değildi. Misafirlerimizi salona aldıktan biraz sonra babam, onun arkasından da
annem mutfaktaki işini bırakarak yanımıza geldiler. İkram ettiğimiz kahveleri
içerken Aylin Hanım,
“Böyle bir Pazar gününde sizi
rahatsız edişimizin sebebi, sizden özür dilemektir Serpil Hanım! Babam üç
gündür uyuyamıyor. Yazıklar olsun bana, ben o kızım yaşındaki çocuğu niçin
kırdım? O ki söylediği her sözünde haklı idi deyip durdu. Buraya gelişimizi
pazar gününe denk getirmemizin sebebi ise sizi evde bulmaktir. Zira babam o
günden beri araştırarak sizin kim olduğunuzu, nerede okuduğunuzu ve adresinizi
öğrenmiş. Zaten biz de bu mahallede oturuyoruz, bir durak ileride.” Aylin’ in Babası
susup önüne bakıyor, düşünceli görünüyordu. Olanlardan gerçekten etkilendiği ve
üzüldüğü belliydi. Onun yerine hep Aylin konuşuyordu. Bu durumdan son derece memnun
kalmış ve mutlu olmuştum. Evimize kadar gelmiş, olanlardan pişmanlık duymuş, o
anda misafirlerimiz olan insanlara
gereken nezaket cümleleri ile karşılık verdikten sonra Yerimden kalkarak üç gün
önce tartıştığım amcaya yaklaşarak,
“ Verin elinizi öpeyim. Bu yaptığınız
büyük bir olgunluktur. Ben hakkım varsa helal ettim.” Dedim.
Aylin ve Babası Adem Amca’yla o olaydan
sonra ailece hep görüştük…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder