28 Kasım 2013 Perşembe

ELLİBİN YIL OLAN BİR GÜN

Ey insanlar! Size gelecek olan azabı,
Sakın ha istemeyin çünkü savamazsınız.
Her yaşanan olayın bir başkadır kaynağı,
Onu ancak Rabbim bilir, siz bilemezsiniz.

Dünya senesiyle elli bin yıl olan bir gün,
Ne demektir, bunun sırrını düşündünüz mü?
Meleklerin buraya çıkma süresi bir gün,
Ya da günün bir kısmı kadar, fehmettiniz mi?

O gün gökyüzü erimiş maden gibi olur.
Yıldızlar söner, güneş doğmaz ve ay parlamaz.
Yer yarılır, dağlarsa atılmış yüne döner.
Dost dostu  görmez, görse de hal hatır soramaz.

Buna rağmen dostlar birbirine gösterilir,
Fakat kimse tınmaz, herkes kendi derdindedir.
Günahkârlar kendi günahlarından kurtulmak için,
Çocuklarını fidye verme gayretindedir.

İyi bil  ki Cehennemin  alevli ateşi
 Dünyadayken bakımlı ciltleri, derileri
Acımadan iyice yakar, kavurur, soyar.
Atılan her suçludan sonra daha yok mu der.































İnsan pek hırslı ve sabırsız yaratılmıştır.
Kendine fenalık dokununca feryat eder,
Ama Rabbimin lutfuyla imkân verilince,
Bunu kendinden zanneder ve pinti kesilir.

Ancak sürekli ve vaktinde Namaz kılanlar,
Mallarından yoksullara bir hak tanıyanlar,
Ceza gününün hak olduğuna inananlar,
Ve tövbekâr olanlar, bundan müstesnadırlar.

Ayrıca iffet ve edebini koruyanlar,
Ahde vefa göstermede titiz davrananlar,
Emanet ve şahitlikte dosdoğru olanlar,
İşte bunlar Rabbimin misafirleridirler.

ESNLENİLEN SURE VE AYETLER:
 El- Meâric Suresi 1den 35. Ayetlere kadar.








26 Kasım 2013 Salı



Ayetler İşığında adlı kitabımdan
           --------------
İYİ İŞİN FAYDASI KENDİNEDİR

Aziz ve Hakim olan Rabbim’in kitabında,
Yıldızlarla süslenmiş semada ve dünyada,
İnsanın ve âlemin yaratılışlarında,
Müminler için ibretler, işaretler vardır.

Bak sararmış yapraklar, kuruyup çatlamış yer.
Hani nerde geçmişte tarih yazan insanlar?
Yemyeşil ve hayat doluyken dağlar, ovalar,
Hiç birinde kalmadı hayatiyetten eser.

Gecenin ve gündüzün durmadan geçişinde,
Yağmurla, kurumuş toprağa can verişinde,
Allah’ın gökyüzünden indirdiği rızkında,
Aklı olanlar için dersler, ibretler vardır.

Bil ki O, kitabıyla gerçeği bildirendir.
Lutfu ve keremiyle mümini güldürendir.
Merhameti sınırsız,  Rahman ve Rahim olan,
Resullerle kullara hak yolu bildirendir.

Resulüne katından gönderdiği o kitap,
Âlemlerin Rabbinin açık ayetleridir.
O dur insanoğluna kurtarıcı tek hitap,
Ve Kuran’dır kurtuluş arayana muhatap.

Hal bu iken Kendisine okunan Âyeti tınmayan.
Yalancı ve günahkâr kulların vay haline!
Gerçekler karşısında istifini bozmayan,
Küfürde hep direnen zalimin vay haline!

Kuran Âyetlerinden  bir şeyler öğrenirler,
Sonra da mübarek kelamla alay ederler.
Onlar küfürlerine devam ededursunlar,
Yakında küfür ve alay neymiş görecekler.

Kuran-ı  azimişşan, şanı yüce Rabbimin
Kullarına sunduğu kutlu bir hidayettir.
Mutluluk ve saadet O’na uyan her kulun,
İnkârcıya düşense acı bir nedamettir.

Rabbimiz kullarına öylesine cömert ki,
Bizim için denizi hazır hale getirdi.
Lütfederek verdiği rızkı bulalım diye,
Üstünde dağlar gibi gemileri yüzdürdü.

Rabbim bir lütuf ve ikram olarak her şeyi,
İnsanlığın hizmetine ve emrine verdi.
Göklerde bulunanları, yerde olanları,
Yiyiniz, içiniz de isaf etmeyin dedi.

Ey müminler! ferdî çekişmeden uzak durun.
Çünkü kul, yaptığının karşılığını bulur.
Ceza gününü hatırlayın, tövbekâr olun.
Çünkü Rabbim, tövbeleri kabul buyurur.

Dünyaya boşuna gelmedin, şeytana uyma.
İyi iş yap kardeşim, faydası kendinedir.
Kötülükten uzak dur, sakın ihmalkâr olma.
Çünkü yaptığın kötülüğün zararı kendinedir.

Bu Kuran, insanlığa basiret nurlarıdır.
İnananlar içinse hidayet rahmetidir.
Aklı olup ta kitabı inkâr edenleri,
Adam yerine koymak, insana hakarettir.

Kötülük işleyip te, tövbekâr olmayanlar,
İyilerle denk olduklarını sanmasınlar.
Böyle sanırlarsa en kötü hükmü verirler.
Çünkü Rabbimin yanında eşit değildirler.

Allah, gökleri, yeri muntazam yaratandır.
Müminleri yeryüzü varisleri kılandır.
Zerre miktarınca ameli değerlendirip,
Herkese kazancı kadar karşılık verendir.

Yoldan çıktığı için Rabbimin yol verdiği,
Kulak ve gözlerini hemen mühürlediği,
Önlerine perde çektiği kulların bile,
Var mıdır Allah’tan başka hiçbir güvendiği?   

Dediler ki, hayat bu dünyadan başka yoktur.
Yaşarız ve ölürüz bizi zaman yok eder.
Bu hususta bilgileri olmadığı halde,
Onlar sadece  zanla karar verir, hükmeder.

Onlara Kuran Ayetleri okunduğunda,
Bunlar doğruysa ölüleri diriltin dediler.
Kabirde sorgu-sual, mahşerde hesap var.
İyice düşünün bakalım, yetmez mi bunlar?

Dünyada,  âhiret için hazırlanmayanlar,                        
Göklerin mülkü, yerin de mülkü Allahınken, 
Kıyametin kopacağını yalan saydılar.
Bilmiş ol ki onların hepsi hüsrandadırlar.

O gün, her ümmet diz çökmüş olarak görülür.
Ve onların her ferdi kitabına çağrılır.
Geçmiş bütün amelleri hesap edilir de,
Her biri yaptığına göre karşılık bulur.
  
Bu, hakkı açıkça söyleyen kitabımızdır.
Rabbimiz yaptıklarımızı çok iyi bilir.
 Güzel iş yapan herkese cennet gösterilir,
İşte bu beklenen kurtuluşunuzdur denir.

Ayetler,  inkâr edenlere okunduğunda,
Onlar kibirle ve gururla yürür giderler.
Vadedilen  kıyamet haktır denildiğinde,
O, bir tahminden ve zandan ibarettir derler.

Hamd, tüm mahlukatın rabbi Allah’a mahsustur.
O, canlı cansız her şeyi hiç yoktan var eder.
İnsanı özlü bir çamurdan yaratan  Rabbim.
Her durumda  ve şartta varlıklara  hükmeder.

ESİNLENİLEN AYET VE SURELER:
El Câsiye Suresi, Ayetler 2 den 35 e kadar.
--------------------------------------------------
BASİRET: Hakikati kalbiyle hissedip anlama.
          Ferâset. İbret alınacak hidayet sebepleri.








25 Kasım 2013 Pazartesi

 ZİKİR RUHUN GIDASIDIR

Akşam- sabah Allah’ı tesbih eden dağlar,
Davud’la birlikte hakkı zikreden kuşlar,
Yerler, gökler, ikisi arasındakiler,
Elbette ki boşuna yaratılmadılar.

Sakın arama rahatı başka yerlerde.
Gönüller Hakkı zikirle sükûna erer.
Bilmiş ol ki bunalıp, sıkıldığın günler,
Kalpler Rabbini anmakla huzura erer.

Dünyanın dert ve sıkıntısıyla insanlar,
Bazen müziktir diyorlar ruhlara gıda.
Tabi ki her zaman doğru değildir bunlar.
Bak, huzur hakkı anmaktadır diyor Huda.

ESİNLENİLEN SUREVE AYETLER:
Sebe Suresi, Ayet 10-18-19-27




22 Kasım 2013 Cuma

OKULLAR MİLLETİN BEYNİ 
                   OKULLARIN HAYAT DAMARLARI OLAN ÖĞRETMENLERSE
                                        NESLİMİZİN MİMARLARIDIRLAR                                   
                                                    

            Öğretmen kelimesine başka bir şey eklemek hiç içimden gelmiyor. Öğretmenler günü falan dediğimizde, asıl özne ikinci plana itiliyormuş gibi geliyor bana. Öğretmen kelimesinin derinliği kendi içerisinde gizlidir.
            Bir grup öğretmene konuşma yapmam icap etse, acaba neler söylerdim? Başka bir ifade ile  (M.E.B) dan bir yetkili ve etkili kişinin, okulların açılması sebebi ile veya yarı yıl tatiline girerken, tüm öğretmenlere şöyle  hitap etmesini  isterdim.
            Değerli öğretmen arkadaşlarım! Eğitim ve öğretim, ömrümüzün belirli bir bölümünde değil beşikten mezara kadar devam eden bir olgudur. Her gün, hatta her an insan yeni bir şey öğrenmekle karşı karşıyadır. Bu öğrenme gerçeği gençlik ve çocukluk yıllarında tabi ki daha hızlıdır. Neslimiz eğitim yolu ile şekil alarak hayata atılır. Dolayısı ile bir millete şekil veren, o milletin eğitim kurumlarıdır. Ana ve babalar, aileler her zaman çocuklarının yabancılara değil kendilerine, kendi milletine benzemesini, kendi milletinin özelliklerini taşımasını istemişlerdir- isterler. “Yeter ki çocuğum okusun, adam olsun, ben ceketimi satar onu okuturum,” sözünün altında bu düşünce yatmaktadır.
Emperyalistler ise artık top, tüfek, asker, güç kullanarak ülkeler almayı bırakmışlar veya bunun yanında, bundan daha önemli ve kalıcı olan kültür emperyalizmine ağırlık vermişlerdir. Bunun için ise okulları, eğitim kurumlarını en uygun merkezler olarak görmektedirler. Bir milletin dilini mi değiştirecekler? İnancını mı bozacaklar? Milli duygularını zaafa uğratıp, tarihi ile bağını mı koparacaklar? Kos koca bir milletin neslini kendi dedesini, babasını beğenmeyen, gayesiz, idealsiz, inançsız, hedefsiz, bom boş, taklit ve moda peşinde koşan birer insan yığınları, kalabalıkları haline mi getirmeyi amaçlamaktadırlar? İşte bunları gerçekleştirmek için seçtikleri üsler okullardır. Okullar vasıtası ile insanımızı vücut bizim, kafa, düşünce biçimi yabancılara ait birer acayip yaratık haline getirmeyi hedeflemektedirler.
            Değerli arkadaşlarım! Şu bir gerçektir ki; kültür emperyalizminin en etkili panzehiri inançtır- dindir- maneviyattır. İşte milli ve manevi değerlerimize sıkı sıkıya bağlı, yabancıların değil, kendi milletimizin  özelliklerini taşıyan, tarihi ve milleti ile iftihar eden, benim tarihimin yetmiş, seksen, yüz yıllık değil, bin yıllık şanlı bir geçmişi vardır ve ben tarihimin her cümlesini, her satırını, her kelimesini, her olayını sebep ve sonuçları ile bilir, ona sahip çıkar ve onunla gurur duyarım diyen bir neslin yetişebilmesi için, istisnasız her öğretmen arkadaşım milletimizin teminatı olmalıdır.
            Gerçi günümüzde kültür emperyalizminin tek sorumlusu okullar değildir. Bu gün televizyonlar okullardan daha etkili duruma gelmiştir. Televizyon sayesinde kitap okumak, fikir ve düşünce üretmek bitmiş, özellikle memleketimizin geleceği olan genç nesle –tv- kültürü hakim olmuştur. Evlere ve iş yerlerine alınan gazete varsa, onlar da magazin türü şeylerdir. Tabi ki bu gidiş sağlıklı bir gidiş değildir.
            Geçenlerde bir annenin feryadını dinledim. Beş altı yaşlarında olan kızı akşam yatağının içerisine oturmuş, iki elini göğüs hizasında, avuç içleri birbirine gelecek şekilde tutmuş, gözleri kapalı vaziyette duruyor, dudakları kıpırdıyormuş.
-          Ne yapıyorsun öyle kızım? diyen annesine.
-          Dua ediyorum anneciğim, diye cevap vermiş. Annesi
-          Dua öyle mi edilir? deyince de
-          Televizyonda böyle yapıyorlar, diye karşılık vermiş.
Kadıncağız bu olayı büyük bir üzüntü ile yana yakına anlatıyordu.
Elbette ve maalesef bu anne gibi daha nice anne ve babalar vardır. Ama şu da bir geçektir ki, televizyonlara o programları yapanları ve koyanları da okullar yetiştiriyor. İşte bu sebepten dolayı milletin beyni olan okullar ve okulların hayat damarları olan öğretmenler, neslimizin mimarlarıdırlar.
           Bir düşünürümüz, “Kızlarını okutmayan bir millet, oğullarını manevi öksüzlüğe mahkum  etmiş demektir. Hüsranına ağlasın,” diyor. Okutmak, evet ama nasıl?...
                        Bundan bir süre önce karanlık güçler tarafından içimize sağ ve solculuk hastalıkları sokulmuş, aynı milletin, vatanın, şehrin hatta mahallenin gencecik insanları birbirlerine düşman edilmiş, aileler büyük sıkıntılar yaşamışlardı. Allah’a şükürler olsun o beladan kurtulduk. Şimdi solcuya da sağcıya da soruyorsunuz “ o günlerde yapılanları şimdi nasıl karşılıyorsunuz?”diye. İki tarafta o olayları tasvip etmediklerini, yanlış ve hata olduğunu söylüyorlar.
                        Öğretmenler günü, analar, babalar, kadınlar, sevgililer günü gibi kabul ediliyor, herkesin belli birer günleri var bizim de olsun, gibi düşünülüyor, birkaç yaldızlı söz, birkaç nutuktan ibaret bırakılıyorsa,  bu zaman israfından başka bir mana ifade etmez. Böyle günler birer özeleştiri günleri olmalı, ileriye daha ileriye nasıl gidilir? Maddi, manevi eksiklerimiz giderilip, problemler çözülerek, mükemmele nasıl ulaşılır diye toplanılan, bir araya gelinen günler olmalı ve her yıl bir önceki yılda hedeflenen amaca ulaşılıp ulaşılmadığının hesabı gözden geçirilmelidir.

Bütün öğretmen arkadaşlarımın, öğrencilerin, ailelerin, Öğretmenler günlerini kutlar başarılar dilerim.







                                

20 Kasım 2013 Çarşamba

ESKİ BAYRAMLAR

            Bir sosyal olay olarak dini bayramlar beni hep etkilemiştir. Günler, belki haftalar öncesinden yediden- yetmişe toplumun her ferdi hummalı bir hazırlık içerisine girer. Bu hazırlıkta zengin-fakir farkı da yoktur. Küçük- büyük demeden herkese bu bayramlarda bir çorap, bir mendille de olsa yeni bir şey alınır, bu durum ticari hayata önemli bir canlılık katar.
            İşte dini bayramlarımızdan olan bir kurban bayramını daha geride bıraktık. Ömrü olanlar bir yıl sonra bu günü düşündüklerinde, bir yıl gibi kısa bir sürede negatif veya pozitif olarak ne gibi bir hayat yaşandığına bakmalı, eksi gidişat varsa onu artıya çevirme yönünde gayret göstermelidir. Böyle olmazsa eğer, orta yaşlı veya orta yaşın üzerindeki insanlardan hep duyduğumuz “nerede o eski bayramlar” sözünü duymaya devam ederiz. Aslında bu sözün veya özlemin taşıdığı mana insan merkezlidir. Çünkü “ bir dinde sevinçli olan gün” anlamına gelen bayramlar eskinden neyse, mana ve mahiyet olarak şimdi de aynıdır. İnsanlar Yüce Yaratıcının emri olduğu için bir ay oruç tutar ve kurban keserler, bu fiillerinin karşılığını da Allah’tan beklerler. Üç günlük fani dünyada, ebedi hayatı kazanmaya vesile olacak olayları yaşattığı için Rablerine şükreder, bayram ederler, bu hep böyle olmuştur, olmalıdır.
            Günlük hayatımızda zaman zaman benzeri sevinçli günler yaşadığımız da olur. Evlilik yıldönümleri, doğum günleri böylesi sevinçli günlerdendir. Doğum hadisesi son derecede önemli bir olaydır. Hiç yoktan aileye yeni bir can, Allah’ın en şerefli mahluk olarak yarattığı bir insan daha katılmaktadır. Bu katılımın yıl dönümü aileyi mutlu eder, sevince boğar ama hiçbir sevinçli gün veya olay, inanca dayalı bayramlarımız kadar toplumumuzun yüzde yüzünü harekete geçirecek, etkileyecek kadar güçlü değildir. Ancak burada ıskalanan, ihmal edilen husus mahlukun ( yaratılanın) hatırlanıp, halıkın (yaratanın) unutulmasıdır. Karşımızda aileye yeni katılan harikulade güzellikte, paha biçilemez bir gerçeklik var, ama biz bunun nasıl olduğunu, bu yaratılışta bizim olayın neresinde olduğumuzu, Yüce Yaratıcının neresinde olduğunu düşünmeden olaya rutin bir tabiat olayı gibi bakar geçeriz. Oysa bir çiçeğin açışından, bir sineğin uçuşuna, bir yağmurun yağışından, gözlerden yaşların süzülüşüne, hatta her vakitte ayrı makamda okunan (okunması gereken) Ezanı Muhammedi’nin davetine kadar her şeyin bizi yaratanımza götürmesi gerektiğinin farkında olmamız icab etmez mi?         
Evet ne diyorduk? “Nerede o eski bayramlar?”
Efendim bir hadiseyi, sosyal bir olayı iyi veya kötü, sevimli veya sevimsiz yapan olayın kendisi değil insanlardır. Mesela benim çocukluğumda insanların ekonomik durumları bu günkü kadar düzgün değildi, bir baba ve anne belki çocuklarının ellerinden tutarak bayram alış verişine çıkamıyor, evlerine yeni bir eşya alamıyorlardı, ama eski fakat temiz elbiseler içerisinde o insanlar mutluydular ve bayram kâmil manada yaşanırdı.
Bir kere eskiden bayram geliyor diye insanlar evlerinden kaçmazlar, bilakis bayram için toplanırlardı. Zaruret karşısında evlerinden çıkak durumunda kalan  aile reisi evde yok diye gelen misafirler “kapıyı duvar görüp”  geri dönmezler, evin hanımı, hane reisini soranlara  “o yoksa evi burada, buyurun” der, misafirlerine karşı görevlerini yapardı.
İkinci olarak mutlaka büyükler ziyaret edilir, elleri öpülür, hayır duaları alınırdı. Babam ve babam gibi birçok insan Kurban Bayramı ise öyle namazından sonra, Ramazan Bayramı ise bayram namazının arkasından cami cemaatini, imam efendiyi, arkadaşlarını yemeğe davet eder, 20-30, bazen daha fazla  cemaata sofralar kurulur, yemekler verilir, arkasından Kuran tilavet edilir, dualar yapılırdı. Babam ailenin ve çevrenin büyüğü olduğu için bayram süresince her gün grup grup insanlar, hısım, akraba ve komşular gelirler, her gelene izzet ve ikramlarda bulunulurdu. Küs olan insanlar varsa barışmaları söylenir, buna rağmen barışmayanlar olursa köyün büyükleri devreye girerler, o büyüklerin sözleri ve istekleri de geri çevrilmezdi. Şimdi sorarım size yılda en az iki defa birbirleri ile kucaklaşan, kırgınlık, dargınlıkları giderilen bir toplumda barış ve hoşgörü hâkim olmaz mı?
Günümüzde insanlar bayram tatilini bahane ederek evlerinden uzaklaşmayı bir marifet sayıyorlar, neymiş efendim bayram sebebi ile yorgunluk oluyormuş, bak bak, şu işe bak sen! Bunun yanında toplumumuzda bir duyarsızlık daha var ki o da, aynı apartmanda yaşayan insanlar birbirlerini tanımıyor, birbirlerine gidip gelmiyor, derdine, kederine, mutluluğuna ortak olmuyorlar, selam bile vermiyorlar. Böyle komşuluk, böyle insanlık olur mu? Adama selam veriyorsun, ya hiç cevap vermiyor, ya da senin verdiğin selamla hiç alakası olmayan bir sözle cevap veriyor. Böyle olunca da iletişim kurmak zorlaşıyor, insanlar arasında samimiyet değil kopukluk başlıyor. Onun için “nerede o eski bayramlar “ yerine “nerede o eski insanlardaki anlayış” demek daha doğru olur kanaatindeyim.


18 Kasım 2013 Pazartesi

      MUHAMMED (SAV)
              (Serbest)

Göklerde ve yerde ne varsa Rabbim,
Seni tesbih eder, seni zikreder.
Resulündür benim şaşmaz rehberim.
Şeriat yoluna bizi sevk eder.

Hadistir sözleri, kaynağı Âyet.
Bize önerdiği İslâmi  hayat.
Bir tarih yazmıştır, yaparak hicret.
Allah’ın Habibi, Nebi Muhammed.

Karanlık çağların ışık yakanı.
Hak yola çağırdı puta tapanı.
Hep uyardı doğru yoldan sapanı.
Cihad Peygamberi Şanlı Muhammed.
   
Çok çileler çekti, eziyet gördü.
Yolunu gösteren ilahı birdi.
Her namaz sonunda ümmetim derdi.
Allah’ın  elçisi Resul Muhammed.

                          10/3/2010 Gemlik








17 Kasım 2013 Pazar

    ŞEREF BANA
         (Serbest)

Aşkı ile düştüm yola,
Dünya döndü halden hale,
Medine’de Nebiyyallah,
İzin sürmek şeref bana.

Durmadan dostu ararım.
İlim ehline sorarım.
Medine’de Muhammed’im
Bir kez görmek yeter bana.

Sözü Ayetin tefsiri.
Duysaydım bir kez sesini.
O’dur Rabbim’in  Resûlü.
Ümmet olmak şeref bana.

Mirac yolunun yolcusu.
Dünyada  Rabbin sözcüsü.
Cenâb-ı Hakkın Nebisi
Şefaati gerek bana.

Fetih için çıktı yola.
Mücahitler hep kol kola.
İşte bu şanlı orduya
Nefer olmak şeref bana.

               Gemlik  03/02/2011









16 Kasım 2013 Cumartesi

DEĞER Mİ KISACIK ÖMÜRE

O gün ayetler okunduğunda siz,
Onu sürekli inkâr ederdiniz.
Şartlarda bir farklılık oldu mu ki?
Neden son anda inandık dediniz?

Derler ki, Kerem sahibi Rabbimiz!
Bizi aldatmıştı azgınlığımız.
İyi işler de yapabilmek için,
Dünyaya geri dönmek isteriz.

Bizi ateşten çıkar Ey Rabbimiz!
Şimdi anladık ki yanlış yapmışız.
Tekrar eski halimize dönersek,
İyi kullar olmaya söz veririz.

İman ettik, bizi affet Rabbimiz,
Diyenlerle hep alay etmiştiniz.
Zelil olun, alçaldıkça alçalın.
Siz, asla affedilmeyeceksiniz.

Denir ki, dünyada kaç gün kaldınız?
Bir gün ya da günün bir kısmı derler.
Şimdi ebediyen buradasınız.
Keşke buna inanmış olsaydınız.
















Siz boşuna yaratılmadınız.
Bir gün mutlak Hakim ve Hak olana
Dönmeyeceğinizi sandıysanız,
Her şey gibi onda da yanıldınız.

O gün sabreden kullara sabrının,
İman eden kullara imanının,
Mücahit kullara da cihadının
Karşılığını verecektir Rabbimiz.

ESİNLENİLEN SURE VE AYETLER:
Müminûn Sûresi 105 ten 116. ayete kadar.













14 Kasım 2013 Perşembe

                                    COCA COLA BÖYLE KATLEDİYOR

            a-Coca Cola’nın yaptığı reklamlardan birinde “Coca Cola iç, İsrail’i destekle”  diyor ve devam ediyor, “ABD ürünlerini destekleyerek, İsrail’e destek verin.”
            b-Belçika da, Sağlık Bakanlığının bu ürünü içenlerde ciddi zehirlenmeler görüldüğünü ve bu içeceğin içerdiği maddeler sebebi ile alyuvarların eridiğini, dolayısı ile kansızlık meydana geldiğini bildirmiştir.
c-Coca Cola dan elde ettiği kârın yarısını her yıl İsrail Ordusuna aktardığını yetkililer açıkça söylemektedirler.
d-Hindistan ve Letonya Coca Cola’yı memleketlerinde tamamen yasaklamışlardır.
e-Coca Cola firması Filistin’de, Gazze’de katliam yapan, (yarın Arz-ı Mevud toprakları üzerinde yaşayan insanlar ve dolayısı ile Türkiyede de katliamlar yapacak olan) İsrail’in en büyük destekçisidir.
f-Malesef  bu içeceği en çok tüketen de Müslüman ülkelerdir. Yani Müslümanlar kendi paraları ile İsrail’e uçak-tank-silah-bomba vb alıyorlar, o silahlar da yine kendilerinin üzerlerine yağıyor.
g-Daha önce içerisinden böcek-sinek-fare-sigara izmaridi ve naylon parçaları çıkan, içerdiği E 211 (Sodyum benzod) maddesi sebebi ile siroz ve DNA bozukluğuna sebep olan ve gelirlerinin % 50 sini Siyonist İsrail’e aktardığını açıklayan Coca Cola’nın içerisinden bu sefer de çöp çıkmıştır. Belge dağıtım bu durumu Coca Cola sorumlusuna bildirince “olur böyle şeyler “ diye pişkin pişkin cevap vermiştir. Bu olay üzerine Coca Cola ve Pepsi Cola  firmaları hakkında davalar açılmıştır.
h-Şimdi de (0) sıfır şeker yalanı ile piyasaya sürülen Coca Cola ve Pepsi Colalarda değişen bir şey olmadığı görülünce, tüketiciyi yanıltma ve aldatmaları sebebi ile, bu gerekçelerle “Rekabet Kurulu” tarafından 60 bin YTL para cezasına çarptırılmıştır.
Coca Cola’nın hem insan sağlığına zarar verdiği, hem de kârını İsrail’e aktararak Filistin’li kardeşlerimizi yıllardır katlettiğini hatırlatan Tüketiciler Birliği Genel Başkanı Nazım Kaya şunları söylüyor: “Coca Cola ve Pepsi Cola içerek, ABD malları kullanarak Filistin’li Kardeşlerimize zulüm götürmeyiniz. İşte sadece bu sebepten dolayı bile Coca Cola ve benzeri içeceklerin yurdumuzda yasaklanması gerekir. Zar zor çocuklarımızın cebine koyduğumuz harçlıkların, masum insanların üzerlerine bomba olarak yağmasına izin vermemeliyiz. Bizlere ve Müslüman kardeşlerimize zulüm olarak geri dönecek olan bu ve benzeri bütün ürünleri  almayın, kullanmayın.”



12 Kasım 2013 Salı

                                            COCA COLA’NIN ZARARLARI

            Daha önce aynı konuyu bir kere daha işlemiştik. Coca Cola’nın zararları o kadar fazla  ki sürekli bu konuya değinmekte büyük faydalar olduğu kanaatindeyim. Coca Cola’nın aşağıda sıralayacağımız sağlık yönünden zararlarının yanında Amerika ve İsrail’in bütçelerine yaptığı katkı sebebi ile tükettiğimiz her Coca Cola şişesine verdiğimiz paranın yine kendimize kurşun olarak geri dönmesi keyfiyeti vardır ki bu daha tehlikelidir. Değerli araştırmacı doktorlarımızın ve sağlık uzmanlarımızın bu konudaki görüşlerini ve ulaştıkları sonuçların bir kısmını maddeler halinde sunuyorum. Bu bilgileri bir başkasına ulaştırmanızı dilerim.
1-İçilen bir Coca Cola ile ilk on dakikada kana on çay kaşığı kadar şeker girer, bu normal günlük dozun 100 katıdır, buna rağmen bulantı olmaz, bunun sebebi içerdiği fosforik asittir. (Gazze’de uluslar arası yasak kapsamına giren Fosfor Bombası ile öldüren Siyonist zihniyet Coca Cola içerisinde de Fosforik asitle öldürüyor.)
2-İlk 20 dakikada şekeriniz aşırı şekilde yükselir. Bunun sonucu Pankreasa aşırı derecede insülün salgılanır ve kan şekerinin fazlası Karaciğer de yağ olarak depolanır.
3-40 Dakika içinde kafeinin tamamı dolaşıma girer. Kan basıncı yükselir. Karaciğer de daha fazla şeker yapılarak kana geçer ve kan şekeri tekrar yükselir.
4-45 Dakik içinde beyinde depamin yapısı artar, mutluluk hissi başlar, eroinin etkisine benzer bir etki meydana gelir ki bunun sonu bağımlılıktır.
5-60 Dakika içerisinde ani açlık hissi oluşur, kişi tekrar kola ya ve tatlıya saldırır.

6- Bu kısır döngü devam ettiği süre Karaciğer ve Böbrek yağlanması artar, vücudun tüm hücrelerinde LEPTİN ve İNSİTLİN direnci gelişir. İşte şimdi şişmanlık hastalığı başlamıştır, bu ise bütün dejeneratif hastalıkların sebebidir.

10 Kasım 2013 Pazar

AŞK-I RESUL YAKSIN BENİ

Hayatım boyunca hep gerçeği aradım.
Usanmadan ve bıkmadan
Sistemleri teker  teker taradım.
Özlem yüklü duygularla
Hak yoluna nazar kıldım.
Leyla gibi, mecnun gibi
Vuslat gününü sorarım.

Aklım, fikrim tüm varlığım
Hakka bir pervane döner.
Ölçüsü kaçmış dünyada
Türlü dolaplar döner.
Kardeşliğin şuurundan habersiz,
Bu sevgisiz topumda
Umudunu yitirmeden,
Yolunu bulmaktır hüner.

Sana gelmek arzusuyla
Kalbin titrerken derinden.
Alt edilmez heyecanım inan,
Benliğimi oynatıyor yerinden.
Tüm beşeri duygulardan sıyrılıp,
Sermest halde aklım gider serimden.
Bu duygular saadettir
Şükür verdi bize bunu yaradan.
Kulunun kölesi kıldı,
Ona sonsuz hamt ederim,
Şükrederim derinden.


Haktan habersiz ömür,
Kurumuş kütük demektir.
Kuru kütük harlı yanar,
Yakma Rabbim hiçbir canı.
Amansızca ben yanayım,
Aşk-ı Resul yaksın beni.
Yanıp  yanıp  kül olayım,
Harap olsun HAK yolda kulunun canı.

Aşktan habersiz yaşamak,
Hiç yaşamamakla birdir.
Ve ana diyen çocuğa,
Bu sözü yasak etmek gibidir.
Hasretiyle yanar sinem, göğünür özüm,
Yığın  yığın karlar gibi erimişim,
Kavuştur rabbim bir daha.
Selam verip o hacere hep döneyim,
Dilimde HAK HAK olsun sözüm.

Sevdamı söndürme Rabbim!
Her an bin kat arttır harını.
Aşkın oduyla eriyip,
Tabutta bir tüy olayım.
Lutfedip günahım affet,
Huzura umutlu varayım.

                                2003




       

9 Kasım 2013 Cumartesi

 TÖVBE

Gece karanlığından dolu dizgin
Çıkabilsem sabah aydınlığına.
İslamın nuruyla nurlansa cismim,
Enine, boyuna, derinliğine.

Nokta  nokta tüm hücreme işlese,
Ötelerden esen Hakkın nefesi.
Aşkın pınarında yıkanıp, yunsa,
Ömrü hayatımın kiri ve pası.

 Tövbe edip günahıma derinden,
Hakk’a kopmaz ipi ile bağlansam.
Kör düğüm olsa da onun ilmeği,
En sonuna bir düğüm de ben çalsam.

Haber salsam şarka, garba, şimale.
Gelin desem kurtuluşa felaha.
İnsanın mayası bozuk değildir.

Dur diyelim aldatıcı günaha.

8 Kasım 2013 Cuma

                                                   HİCRET   
                                   MÜSLÜMAN’IN YILBAŞIDIR                    

Tarihçi yazar Yavuz Bahadıroğlu, “Medineliler Muhammedi ve Müslümanları himaye edeceklerine söz verdiler. Muhammed de Mekke’den kalkıp, Medine’ye kaçtı,” cümlesini Tarih II isimli ders kitabında okuyunca, (Tarih II Ankara Maarif Matbaası 1941) kalbim burkuldu, bedenim bu iftiranın ağırlığını taşıyamayınca olduğum yerde kalakaldım. Çünkü “O” benim ruhumun efendisiydi! Ruhumun efendisi şartlar ne olursa olsun, hayatın önünde kaçmaz,” diyor ve devam ediyor.
“Hicretin bir hikmeti olmalıydı, fakat o yaşta bunu bulamamış, derin düşüncelere dalmıştım. Sorduğum hocalar, “Allah’ın emriyle hicret etti” diyor, işin hikmet cihetine hiç kafa yormadıklarını böylece belli ediyorlardı. Bir olayı bilmenin yetmediğini o zaman anladım.”
Şimdi yukarıdaki ifadeye, hem de ders kitapları ile körpe dimağlara devlet eliyle zerk edilen bu ifadeye ne demeli? Bu ifadenin günümüz İslam Düşmanlarının yaptıklarından ne farkı var? İşte böyle badirelerden geçerek bu günlere geldi bugünün nesli. Bu nesil, Cihadı unutmuş, Hicretin kendi yılbaşısı olduğunu bilmiyor, içerisinde türlü rezilliklerin işlendiği miladi yılbaşı kadar önem vermiyorsa, (kendi Hicri yılbaşını miladi yılbaşının tam tersi, peygamberlere yakışır şekilde kutlamayı akıl edemiyorsa) bu duyarsızlığın sebebini başka yerlerde aramamıza gerek var mı?…
Allah’ın kendi mesajını insanlara ulaştırıp tebliğ etmesi için seçtiği peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.v), doğup büyüdüğü, evinin, ocağının, ailesinin, hısım ve akrabalarının bulunduğu, çocukluk ve gençlik yıllarını idrak edip, olgunluk çağını yaşadığı kendi memleketi Mekke de uğradığı baskı, zulüm, eziyet ve dayanması son derecede güç, çileli bir hayatın sonucu olarak Medine’ye hicret etmiş ve tebliğ görevine orada devam etmek durumu ile karşı karşıya  kalmıştır.
Maksat aynı olsa da, Allah Resulünün Medine dönemi, Mekke döneminden yöntem olarak farklıdır.
Mekke döneminde müşrik devlet rejiminin Müslümanlara yaptığı baskı, tebliğ görevini yapmayı en aza indirmişti. Devlet görevlileri tarafından uygulanan baskı, zulüm ve işkence Müslümanların şehit olmalarına, sakat kalmalarına veya hapsedilerek saf dışı bırakılmalarına sebep oluyordu.
Mekke devletinin sadece Müslümanlara uyguladığı bu amansız devlet terörü, günümüz çağdaş kâfirlerinin Filistin’de, Lübnan’da, Çeçenistan’da, Suriye’de  Irak ve Afganistan’daki Müslümanlara uyguladıkları terörden farksızdır. Baskı ve zulüm o kadar şiddetliydi ki, değil İslam ı tebliğ etmek, İslami bir hayatı kendi kendilerine  sürdürmelerine bile imkân yoktu. İşte bu imkansızlıklar HİCRETİ meydana getirdi.
Hicret tebliğ içindi, yoksa insanların sadece hayatlarını devam ettirmeleri için değil. Müslümanların Mekke de gördükleri haksızlık ve zulmün arkasından vuku bulan Hicret olayının, insanlarda meydana getirdiği atak, hareket ve aktivite fetih için büyük bir gerilim doğurdu. Bir anlamda Hicret, Mekke şirk devletini büyük ve hayırlı bir inkılâpla devirip, onun yerine İslam kanunlarını geçerli kılmak için çok önemli bir derlenip toparlanma ve İslam kanunlarını hayata hakim kılma hareketidir. Aynı zamanda Medine İslam Devletinin, Allah davasını yakın ve uzak her tarafa yayma hareketi.
Devlet şekline dönüşen İslam davası güçlendi, savaşa izin verildikten sonra ise, CİHAD dönemi başladı.
CİHAD, İslam’ın vazgeçemeyeceği ayrılmaz bir şartıdır. Kuranda en çok cihad ayetleri zikredilmiştir. Cihad, kelime manası olarak düşmanla muharebe/ İlim ve imanla/ Sözle/ Fiille/ Mal ve can dahil bütün kuvvetini seferber etmek/ Allah yolunda ve din için çalışmak/ İman ve din kurallarını muhafaza /  imanı takviye için ceht ve gayret etmek demektir. İşte Hicret bunun için yapılmıştır , yahut Hicret’in sebeplerinden biri de budur.
BU DUYGULARLA  HİCRİ YENİ YILINIZI KUTLARIM…
Devam edecek.