AH ŞU TELEFONLAR
Çocukluğumda köylüler
(o zaman ne olduğunu pek anlamadığım)
birtakım sıkıntılar yaşarlardı. Mesela at sırtında eli çantalı, halktan biraz
daha düzgün kıyafetli insanlar köye geldiklerinde, aileler çocukların önüne ne
kadar hayvanları varsa katar, çok uzaklara yaymak, otlatmak için gönderirlerdi.
Bazen da harmanlar öküzlerin veya atların çektiği dövenlerle sürülür, ama
meydana çıkan buğdaylar bir türlü evlere taşınmaz, uzun süre bekletilirdi, yine
o eli çantalı adamlar gelerek buğdayların bir kısmını kendi babalarının
mallarıymış gibi alıp götürünceye kadar,
ancak ondan sonra kalan buğdaylar evlere
taşınırdı. Sonradan öğrendik ki o zaman hükümet zaten zor geçinen köylünün
mahsulünden ve hayvanlarından vergi alırmış. Yine hatırlıyorum, her evden bir
kişi zaman zaman köyü şehre bağlayan yolun yapımı için yol çalışmasına giderdi;
hatta çocukluk çağını geride bıraktığım ilk gençlik yıllarımda bir kere ben gitmiştim. 1950 li yıllarda,
belki daha önce köy okullarını da köylülerin kendileri yaparlarmış. İşte benim
de okuduğum ilkokul o şekilde babalarımızın, dedelerimizin yaptıkları bir
okuldu. Doğrusu o zamanın şartlarına göre çok ta güzel yapılmış okullardı.
Kalın taş duvarları, geniş sınıfları ve tahta kaplamaları tabanı, çinko kaplı
çatısı ile içerisinde beş yıl okuyup istifade ettiğim ve tabi şimdi yerini
başka yapıların aldığı güzel okulum hala gözlerimin önündedir. Jandarma
karakolu ile bizin okul yan yana yapılmış, bahçeleri tel örgü ile ayrılmış,
birbirine benzeyen iki bina idi. Sanıyorum birbirine çok benzemeleri, aynı elden
çıkmış olmalarındandı. Bizim okulun bahçe duvarı taş, Jandarmanınki üç sıra
dikenli telle çevrilmişti; ayrıca onların bahçelerinin en uygun yerine üst
kısmı sivriltilmiş, kalınca ve dört beş parmak eninde dikine çivilenmiş
tahtalardan yapılan süslü çitle çevrilmiş bir bölüm de vardı. Orada Jandarma
Komutanı oturur, bazen misafirlerini de orada kabul ederdi. Askerlerin
komutanlarının yanına geldiklerinde, topuklarını birbirine vurarak selam
vermeleri çok hoşuma giderdi. O zaman köy karakollarının komutanları onbaşı,
nadiren çavuş rütbesinde olurlardı.
Jandarma
karakolunun manyetolu bir telefonu vardı. Öğretmenimiz Ali Bey (Allah ona
rahmet etsin) nasıl telefon edileceğini göstermek için bizi bazen oraya götürür
“işte çocuklar şu telefonun ahizesidir…” diye devam eden telefonun nasıl
edileceğine dair uzun uzun bilgiler verirdi. Telefonların bu günkü gelişimini
bilseydi, ilçeye telefon hattı (tellerle) bağlı olan o ilkel şeyleri anlatıp
öğretmek için onca zahmete girer miydi acaba?
Karakola bu
gidiş gelişlerimizde bazen askerlerin telefonla konuşmalarına da şahit olurduk;
şahit olmak ne kelime daha bahçeden hatta uzaklardan “alo, aloo, jandarma, beni
duyuyor musun, alooo…” diye telefon eden askerin sesini duyardık. Bir süre
sonra köyümüze yapılan orman binasına daha gelişmiş telefon alındı. Zaman geçip
çok partili döneme girilince (PTT) hizmetleri de gelişti, yaygınlaştı ama yine
de telefon olan ev parmakla gösterilecek kadar az ve de ayrıcalıklıydı. Ta ki
1983 seçimleri ile ANAP si tek başına iktidar olup Turgut Özal Başbakan oluncaya
kadar. O, bu işe çok önem verdi, telefon hemen hemen her eve girecek kadar
yaygınlaştı, şimdi de ceplere girdi.
Bu cep telefonları bir harika, sanki dünya
cebinizde. Şimdi artık başka şehirlerde oturan çocuklar aileleri ile her an
görüşebiliyor, kızlar telefonla annesinden yemek tarifi alabiliyorlar. Onun
için gurbet mefhumu anlamını kaybetti. Şair Bekir Sıtkı Erdoğan’a
“Ayrılıktan yemiş tekme / Yakma gurbet onu yakma / Bekir’in
burada olduğuna bakma / Bekir Konya’da Konya’da.” dedirten ruh ve gurbet acısı
artık yok. Bence bu Edebiyatımız ve kültürümüz için bir kayıptır.
Ancak
telefonlar da yerli yerinde kullanılmalı ve telefon etme kural ve kaidelerine uyulmalıdır.
Bir bakarsınız gece yarısı acı acı telefonunuz çalıyor, (Dikkat buyurun, bu acı
acı sıfatı başka saatler için kullanılmaz ha, çünkü gece geç saatte çalan
telefon genellikle olağan dışı bir haber bildirir, onun için gece çalan
telefonlar herkesi endişeye sevk eder.) yüreğiniz gümbür gümbür atarak açarsınız
telefonunuzu ki karşınızda kaba bir ses (doğruda, merhaba, iyi akşamlar falan
demeden) “alo turan” Yahut “orası fırın mı - veya kimsiniz vs…” De bakalım uyu artık
uyuyabilirsen.
Bazıları da
var, telefonu çaldırıp kapatır, yani beni ara demek istiyor. Geçenlerde böyle
bir telefon sapığına ben de rastladım. Çaldırıyor telefonumu, açmama fırsat
bırakmadan kapatıyor. Bu hal beş altı kere tekrarlanınca mesajla “ kardeşim ben
şu yaşta bir kişiyim benden sana ekmek yok” dedim de kurtuldum.
Bir kısmı
da var dikkatsiz. Açarsınız telefonunuzu, kibar bir ses “canım merhaba,
görüşmeyeli nasılsın…” Tabi onun canı olmadığınızı anlatınca özür üstüne özür
diler.
Hele bazı
araba kullanan sürücüler de var ki bir eli direksiyonda, öbür eli telefonla
birlikte kulağında, yollarımızın trafiği malum, sürücülerimizin ehliyetlerinin
kalitesi ortada.
Geçenlerde
yine telefonum çaldı, telefon numaram biraz düzgün de ondan mıdır nedir,
yılışık, sulu, yalaka bir ses “siz …nın arkadaşısınız değil miii…” La havle
deyip kapattım.
Yani
dostlarım teknoloji elbette iyidir ama, onu kullanmasını da bilmek gerek, aksi
halde nimet olması gereken bir teknoloji, külfete dönüşüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder