1 Mayıs 2013 Çarşamba


                               AH ŞU TELEFONLAR

         Çocukluğumda köylüler  (o zaman ne olduğunu pek anlamadığım) birtakım sıkıntılar yaşarlardı. Mesela at sırtında eli çantalı, halktan biraz daha düzgün kıyafetli insanlar köye geldiklerinde, aileler çocukların önüne ne kadar hayvanları varsa katar, çok uzaklara yaymak, otlatmak için gönderirlerdi. Bazen da harmanlar öküzlerin veya atların çektiği dövenlerle sürülür, ama meydana çıkan buğdaylar bir türlü evlere taşınmaz, uzun süre bekletilirdi, yine o eli çantalı adamlar gelerek buğdayların bir kısmını kendi babalarının mallarıymış gibi alıp götürünceye  kadar, ancak ondan  sonra kalan buğdaylar evlere taşınırdı. Sonradan öğrendik ki o zaman hükümet zaten zor geçinen köylünün mahsulünden ve hayvanlarından vergi alırmış. Yine hatırlıyorum, her evden bir kişi zaman zaman köyü şehre bağlayan yolun yapımı için yol çalışmasına giderdi; hatta çocukluk çağını geride bıraktığım ilk gençlik yıllarımda  bir kere ben gitmiştim. 1950 li yıllarda, belki daha önce köy okullarını da köylülerin kendileri yaparlarmış. İşte benim de okuduğum ilkokul o şekilde babalarımızın, dedelerimizin yaptıkları bir okuldu. Doğrusu o zamanın şartlarına göre çok ta güzel yapılmış okullardı. Kalın taş duvarları, geniş sınıfları ve tahta kaplamaları tabanı, çinko kaplı çatısı ile içerisinde beş yıl okuyup istifade ettiğim ve tabi şimdi yerini başka yapıların aldığı güzel okulum hala gözlerimin önündedir. Jandarma karakolu ile bizin okul yan yana yapılmış, bahçeleri tel örgü ile ayrılmış, birbirine benzeyen iki bina idi. Sanıyorum birbirine çok benzemeleri, aynı elden çıkmış olmalarındandı. Bizim okulun bahçe duvarı taş, Jandarmanınki üç sıra dikenli telle çevrilmişti; ayrıca onların bahçelerinin en uygun yerine üst kısmı sivriltilmiş, kalınca ve dört beş parmak eninde dikine çivilenmiş tahtalardan yapılan süslü çitle çevrilmiş bir bölüm de vardı. Orada Jandarma Komutanı oturur, bazen misafirlerini de orada kabul ederdi. Askerlerin komutanlarının yanına geldiklerinde, topuklarını birbirine vurarak selam vermeleri çok hoşuma giderdi. O zaman köy karakollarının komutanları onbaşı, nadiren çavuş rütbesinde olurlardı.
            Jandarma karakolunun manyetolu bir telefonu vardı. Öğretmenimiz Ali Bey (Allah ona rahmet etsin) nasıl telefon edileceğini göstermek için bizi bazen oraya götürür “işte çocuklar şu telefonun ahizesidir…” diye devam eden telefonun nasıl edileceğine dair uzun uzun bilgiler verirdi. Telefonların bu günkü gelişimini bilseydi, ilçeye telefon hattı (tellerle) bağlı olan o ilkel şeyleri anlatıp öğretmek için onca zahmete girer miydi acaba?
            Karakola bu gidiş gelişlerimizde bazen askerlerin telefonla konuşmalarına da şahit olurduk; şahit olmak ne kelime daha bahçeden hatta uzaklardan “alo, aloo, jandarma, beni duyuyor musun, alooo…” diye telefon eden askerin sesini duyardık. Bir süre sonra köyümüze yapılan orman binasına daha gelişmiş telefon alındı. Zaman geçip çok partili döneme girilince (PTT) hizmetleri de gelişti, yaygınlaştı ama yine de telefon olan ev parmakla gösterilecek kadar az ve de ayrıcalıklıydı. Ta ki 1983 seçimleri ile ANAP si tek başına iktidar olup Turgut Özal Başbakan oluncaya kadar. O, bu işe çok önem verdi, telefon hemen hemen her eve girecek kadar yaygınlaştı, şimdi de ceplere girdi.
            Bu  cep telefonları bir harika, sanki dünya cebinizde. Şimdi artık başka şehirlerde oturan çocuklar aileleri ile her an görüşebiliyor, kızlar telefonla annesinden yemek tarifi alabiliyorlar. Onun için gurbet mefhumu anlamını kaybetti. Şair Bekir Sıtkı Erdoğan’a
“Ayrılıktan yemiş tekme / Yakma gurbet onu yakma / Bekir’in burada olduğuna bakma / Bekir Konya’da Konya’da.” dedirten ruh ve gurbet acısı artık yok. Bence bu Edebiyatımız ve kültürümüz için bir kayıptır.
            Ancak telefonlar da yerli yerinde kullanılmalı ve telefon etme kural ve kaidelerine uyulmalıdır. Bir bakarsınız gece yarısı acı acı telefonunuz çalıyor, (Dikkat buyurun, bu acı acı sıfatı başka saatler için kullanılmaz ha, çünkü gece geç saatte çalan telefon genellikle olağan dışı bir haber bildirir, onun için gece çalan telefonlar herkesi endişeye sevk eder.) yüreğiniz gümbür gümbür atarak açarsınız telefonunuzu ki karşınızda kaba bir ses (doğruda, merhaba, iyi akşamlar falan demeden)  “alo  turan”  Yahut  “orası fırın mı -  veya kimsiniz vs…” De bakalım uyu artık uyuyabilirsen.
            Bazıları da var, telefonu çaldırıp kapatır, yani beni ara demek istiyor. Geçenlerde böyle bir telefon sapığına ben de rastladım. Çaldırıyor telefonumu, açmama fırsat bırakmadan kapatıyor. Bu hal beş altı kere tekrarlanınca mesajla “ kardeşim ben şu yaşta bir kişiyim benden sana ekmek yok” dedim de kurtuldum.
            Bir kısmı da var dikkatsiz. Açarsınız telefonunuzu, kibar bir ses “canım merhaba, görüşmeyeli nasılsın…” Tabi onun canı olmadığınızı anlatınca özür üstüne özür diler.
            Hele bazı araba kullanan sürücüler de var ki bir eli direksiyonda, öbür eli telefonla birlikte kulağında, yollarımızın trafiği malum, sürücülerimizin ehliyetlerinin kalitesi ortada.
            Geçenlerde yine telefonum çaldı, telefon numaram biraz düzgün de ondan mıdır nedir, yılışık, sulu, yalaka bir ses “siz …nın arkadaşısınız değil miii…” La havle deyip kapattım.
            Yani dostlarım teknoloji elbette iyidir ama, onu kullanmasını da bilmek gerek, aksi halde nimet olması gereken bir teknoloji, külfete dönüşüyor.
           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder