ÇANAKKALE DESTANI
Yakın
tarihimizde milletimizin yazdığı Çanakkale Destanı, bu güne kadar eşine
rastlanamayan, gelecekte de rastlanamayacak olan harikulade, akıl ve hafızalara
durgunluk verecek boyutta bir olaydır. Bu savaş belki de dünyada ilk defa karada,
denizde, havada aynı anda yapılan bir savaştır.
“1911-12
de, daha düne kadar Osmanlı’nın eyaletleri olan, emri altında yaşayan Bulgar-
Yunan- Karadağ gibi basit ve küçük devletlerin, devlet bile değil toplulukların
ordularına balkan bozgunu ile yenilen Osmanlı Ordusu’nun, askerinin kırılan
onurunu tamir etme şahlanışıdır Çanakkale. Nitekim cephede ağır yaralanan,
yarasından oluk gibi kan akan subayın yarasını sarmaya çalışan askeri doktora,
“ Ko aksın kanım, balkan hezimetinin rezilliğini ancak bu temizler.” diyerek
itiraz etmesi, yarasını bile sardırmaması, Çanakkale Zaferinde Balkan
bozgununun tesirini açıkça göstermektedir. Çünkü Balkan Savaşında yenilen ordu
ile, Çanakkale’de destanlar yazan ordu aynı değildir.
Aynı ruh
halini İnönü Savaşında da görüyoruz: Çok iyi hazırlanıldığı halde askerin
ağırlıklı bölümünün Eskişehir, Kütahya hattından daha kuzeye çekilmesi sonucu
kaybedilen birinci İnönü Savaşında, durumu yerinde görmek içi cepheye gönderilen
ve 12 kişiden oluşan TBMM heyetine bir binbaşının ağlayarak “ Komutanlarımızın
askeri kuzeye çekmeleri, (düşmanın güneyden saldıracağı ısrarla söylendiği
halde) körü körüne inat ve daha birtakım
sebeplerden dolayı sonuç alamadık. Aynı imkan tekrar verilirse zaferi kanımızla
yazacağımıza emin olabilirsiniz” demesinde de görüyoruz. Nitekim II. İnönü
Savaşının zaferle sonuçlanması ile de bu ispatlanmıştır.
Allah
korusun, Çanakkale geçilip, İstanbul a girilseydi, İstiklal Savaşımız bile
olmazdı; zaten “mandacılar” güçlü devletlerin mandasını kabul etmekten bahsedip
duruyorlardı. Onun için Çanakkale Savaşı deyince milletimizin her ferdinin
göğsü kabarır.
Çanakkale
Zaferimiz üzerine çok araştırmalar yapılmış, yazılar, makaleler, kitaplar
yazılmıştır. Bunlara baktığımızda şu hususları görmek mümkündür: Çanakkale
Savaşı’nın yankıları bütün dünyayı etkilemiştir. Savaş iki yıl uzayınca İngiliz
ve Fransız kamuoyunda savaşa karşı büyük bir tepki oluşmuş, milyonlarla ifade
edilebilecek savaş bütçeleri bu devletlerin ekonomilerinin bozulmasına ve daha
birçok büyük kayıplara uğramalarına sebep olmuş, bunun sonucu olarak (ölçüleri
sadece madde olan) bu devletlerin halklarında büyük huzursuzluklar başlamıştır.
Ayrıca Çanakkale’ye dünyadaki bütün Müslüman ülkeler ve halklar yardım
etmişler, güç vermişlerdir. Çanakkale Zaferimiz hala milletimize bir moral,
kimlik ve heyecan vermektedir.
Savaşlar uzadıkça
ödenen faturalar, verilen can kayıpları, “ölürsem şehidim, kalırsam gazi”
inancı ve anlayışına sahip olmayan ve değer ölçüleri sadece madde olan
toplumlarda hep panik ve moral çöküntüsüne sebep olmuştur. Vietnam’da ABD’nin
yenilmesinde, Iraktan aşağılık ve rezil bir şekilde kaçmalarında hep yukarıda arz ettiğimiz hususların etkisi
vardır. Bu sebepten dolayı Çanakkale Ruhu, milletimizin ve onun ayrılmaz bir
parçası olan Ordumuzun en kıymetli hazinesi ve gurur kaynağıdır. Her fırsatta
bu ruh ve manevi yön geliştirilip güçlendirilmelidir.
Gazeteci
Yazar Vahbi Vakkasoğlu: “Maalesef günümüzde Çanakkale Savaşlarındaki ruhu ve
manevi gücü hafife alanlar var. Peki, Çanakkale Zaferi manevi güçle
kazanılmadıysa söyler misiniz, dünyanın en güçlü devletlerinin, her türlü imkân
ve güçleri ile saldırmalarına ne ile karşı koyduk? Dünyanın en güçlü
devletlerinin İngiltere’nin, Fransa’nın en güçlü donanmalarına karşı hangi
imkânlarla, hangi güçle, hangi donanmayla karşı koyduk? Ortada bir zafer var,
düşmanın bile itirafı var, bu zaferi kazanan askerin durumu ortada, şayet
Çanakkale Zaferinin kazanılmasında manevi bir yön yoksa bu zaferi nasıl izah
edeceğiz?” diyor ve devam ediyor. “O savaş ortamında, metre kareye 6000
merminin düştüğü bir savaş ortamında, (insanoğlu insan olan) Mehmetçik nasıl
hala insan olarak kalabilmektedir?”
Bunu bakın
bir İngiliz bakanı nasıl anlatıyor: “Biz alicenap İngilizler bile başımız
döner, kendimizi kaybedip vahşileşir, savaş hukuku diye bir şey tanımazken bu
Osmanlı nasıl hala bu ateşin ortasında insan olarak kalabiliyor? Esirlerimize
nasıl hala misafir muamelesi yapabiliyor?” diyerek hayretini ve şaşkınlığını
dile getirmektedir. Onun için diyorum ki, düşmanı bile hayretten hayrete
düşüren bu manevi özelliklerimizi kaybetmemeliyiz. Çanakkale’de bütün
imkânsızlıkların yanında yiyecek sıkıntısı da çekilmekteydi. Buğday, mısır,
darı, süpürge tohumundan yapılan ekmekler yenirdi. Esir düşen düşman
subaylarına Mehmetçik taze ekmeğini verirken kendisi taş gibi bayat ekmeği
yiyordu. Bu durumu anlayamadığı veya zehirlenmekten korktuğu için kendisine
verilen ekmeği yemeyen düşman subaylarını ikna etmek için Mehmetçik, önce
onların ellerindeki ekmekten bir paça bölüp yiyerek onların da yemelerini
sağlıyorlardı. Şimdi düşünelim, bu özelliğimizi hala koruyor muyuz?
Eski bir
Genel Kurmay Başkanımız “ Çanakkale’de Şehitliği gezerken, şehitlerin
konuşmalarını duyuyor gibi oluyorum” demişti. Kalb gözü açık olanlara bu mümkün
ama biz neyiz, hiç düşündük mü?
Şayet
Çanakkale’de manevi yön yoksa bu gün hepimizin bildiği ve daha önce de bir yazımda
bahsettiğim ilgili komutan’ın rüyasını, bu rüyada Peygamber Efendimiz (sav) in
işareti ile döşediği 26 mayın ve bu 26 mayının yaptığı tesiri ve bunun
sonuçlarını nasıl izah edeceğiz? Sonuçta hepsi 26 mayın ama düşmana “Çanakkale
geçilmez” dedirterek kaçıracak kadar muhteşem.
Çanakkale’de
bir asker bacağından yaralanıyor, yarası bacağını kaybedecek kadar ciddidir.
Cephedeki imkânlarla fazla bir şey yapamayan sağlık görevlileri yaralı askerin
arkadaşlarına, “şöyle bir gölge yere, bir ağaç altına taşıyın da hiç olmazsa
son anını rahat geçirsin” diyorlar. Arkadaşları yaralı kahramanı teselli
edecekler ama ne desinler? Bir iki
girişimden sonra şöyle diyorlar. “Şey Mehmet! Sen şehit oluyorsun, sana ne
mutlu, şehitlerin duaları geçerlidir, dua ette biz de aynı mertebeye
kavuşalım.” Yaralı askere arkadaşları taze bir ekmek getirirler, ye diye ısrar
ederler, hatta bir parça bölüp ağzına verirler. Yaralı kahraman ekmeği yemez ve
der ki “Ben ölüyorum, bu ekmeği yesem de bana bir faydası olmaz, israf olur.
Siz bunu sağ olan birine verin de ona güç kuvvet olsun.” Evet işte bize lazım
olan ruh budur. Ne dersiniz var mıdır şimdi bizde bu ruh?
Çanakkale’yi
geçemeyenler, Müslüman’a dışarıdan müdahale ve saldırı ile netice alamayacaklarını
anladıkları için şimdi bizi içten yıkmak, yok etmek için büyük gayret
içerisindedirler. Yıkmak istedikleri ilk ve en sağlam kale ailedir. Çünkü aile
bozuldu mu nesil de bozulur. Çanakkale Zaferini kazanan Mehmetçiği yetiştiren
aile ortamı idi. Şimdi milletimiz üzerinde çeşitli oyunlarla, içimizde
açtıkları bir kısım cephelerden bu aile kalesine saldırılar yapılmaktadır.
Maalesef biz de bu saldırılara TV’leri evlerimizin başköşesine oturtarak
gönüllü talip olmuşuz.
Memnuniyetle
görüyoruz ki son yıllarda Çanakkale Zaferimiz hakkında birçok eser yazılmıştır.
Şayet dedelerimizin yaptıkları olağanüstü başarıları merak ediyor ve okumakta…
bize çok zor, pek çok zor gelmiyorsa!!! bu bilgileri ve daha başka bilgileri o
eserlerde bulmamız mümkündür…
Eğitim ve
öğretim kurumlarımızı ıslah ederek, neslimize Çanakkale ruhunu aşılamaktan
başka çözüm yolumuz yoktur. Cenabı Hak’tan, Milletimizi bu kutlu hedefe
ulaştırmasını diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder