25 Haziran 2015 Perşembe

               
                                                   YİNE İBRAHİM KAYIRAN
İlkokul yıllarımda ders kitapları dışında ilk okuduğum kitap KARACAOĞLAN şiir kitabıdır. Karacaoğlan Kahramanmaraş- Adana civarlarında yaşamıştır. Maraş’ın Andırın ilçesine bağlı Geben ve Çokak köylerinde KARACAOĞLAN ın KARA SEVDASI diye bir film de çevrilmişti. İBRAHİM KAYIRAK “Gönül Bahçemden” adlı şiir kitabında günümüzü Karacaoğlan’a bakın nasıl şikâyet ediyor.
KARACAOĞLAN’A ŞİKÂYET

Gel gör bizi ne haldedir ellerin?                                                                                                                 Duman duman sarp kayalı bellerin.                                                                                           Mor 
Mor sümbüllü ince uzun yolların yolların                                                                                                 Asvalt oldu gezemezsin Karacam.

Katar katar tülü maya göçen yok                                                                                                               Pınar mahzun, çağlayan yok içen yok.          
 Lâle Sümbül hep kurumuş açan yok.                                                                                                        Koklasan da doyamazsın Karacam. 
    
Sakın bakma tazelenir dertlerin
Yamaçlarda kükremiyor kurtların.                                                                                                            Toroslar’da, Binboğa’ yurtları
 Arasan da bulamazsın Karacam.

Gamze yanak, kalın kaşlar nerede
 Mor belikler salınmıyor geride.                                                                                                                   Şalvar hiç yok, etek kalmış yarıda
 Şimdi bizi tanımazsın Karacam.

Kara  kaşı hiç koymazlar,yolarlar.
 Çifte beni boyalarla silerler.                                                                                                                       Söylesen de dinlemezler, gülerler.                                                                                                           Bu dillerden anlamazsın Karacam.

Sürme değil elâ göze çekilen.                                                                                                                  Kına değil ak ellere yakılan.                                                                                                                       Püskül değil saç bağına takılan.                                                                                                                 Artık bizi sevemezsin Karacam.

Güzellerin pınarlarda durmuyor.                                                                                                                 Dertlilere su doldurup vermiyor.                                                                                                                Âşıkların hatırını sormuyor.           
Gayrı burda duramazsın Karacam.

NOT: Şimdiki gibi çeşmeler evlere girmediği için pınardan su dolduran kızlardan Karacaoğla su ister, onlar da Karacaoğlan ın esmar oluşu ile alay ederler. Ama Halk ve Hak âşığı Karacaoğlan bu hemen sazını alır eline ve

Bana kara diyen dilber                                                                                                                             Kaşların kara değil mi?    
Yüzünü saklayan güzel
 Gözlerin kara değil mi?

Beni kara diye yerme yerme. 
 Mevlâm yaratmış hor görme                                                                                                                   Ala göze siyah sürme     
 Çekilir kara değil mi? ………………….  Böyle devam eder.
Sanıyorum şairimiz son dörtlükte bunu kastetmiştir.                                                                                                                                            
                                

                                                                                                                    
                             

20 Haziran 2015 Cumartesi

 ŞAPKA
Mehmet Âkif Ersoy'dan bir Kuran Meali yazması istenir, M. Âkif o sıralar Mısıra gider ve meali  orada hazırlar ancak ısrarla istemelerin rağmen vermez, çünkü ülkemizde Kuran öğrenimi yasaklanmakla kalınmamış namazda da Kuran Türkçe olarak okunarak namaz kıldırma felaketi başlamıştır. M. Âkif şöyle düşünür: Demek ki benim mealime dayanarak bu yanlışlık yapılacak ve ben burada kullanılmış olacağım. O günlerde hastadır ve Türkiye'ye gelmek için son hazırlığını yapar ve Mısırdan ayrılırken arkadaşın der ki " Ben gelemezsem bu mealimi yak, gelirsem ben gerekeni yaparım" Vapura binerken bir Haham (Yahudi din adamı) ona bir şapka uzatır, Demirel'in şapkası gibi fötr şapka; malum onlar de aynı şapkayı giymektedirler. M. Âkif şapkayı almayı reddeder ama Haham " yahu al bu Türkiye'de sana lazım olacak." der. Gerçekten İstanbul'da Vapurdan karaya çıktığında görevli şapka der, şapkasız geçemezsin. M: Âkif çantasındaki şapkayı 5-10 adım atana kadar başına koyar görevliyi geçince çıkarıp atar. Demirel'in tabutuna da konan şapkayı M. Âkif işte öyle karşılar.

12 Haziran 2015 Cuma

                                     BİR SEÇİM BÖYLE GEÇTİ

            Dünyada az bulunan ve bakir yer altı ve yer üstü zenginliklerine, genç bir nüfusa sahip, kalkınmayı çoktan hak etmiş fakat bir türlü istenilen oranda kalkınamamış ülkemizde yapılan bir seçim konuşmalarında ülkemizin nasıl kalkındırılacağı, istihdamın nasıl sağlanacağı, komşularımızda sürmekte olan savaş ve huzursuzlukların bize de sıçramasının nasıl önleneceği ve duraklama dönemine girmiş olan terörün nasıl sıfırlanacağı, güçlü devletlerin oyuncağı haline gelmiş olan NATO ve BM gibi uluslararası kuruluşların karşısında, Müslümanların bir araya gelmelerinin nasıl sağlanacağı, uluslararası en büyük tefeci ve bir Yahudi kuruluşu olan IMF den kurtulmuşken nasıl bir daha onların kucaklarına düşülmeyeceği, bu gün iyice küçülmüş olan dünyanın her tarafına yayılmış bulunan vatandaşlarımızın haklarının nasıl korunacağı, çocuklarımızın ve gençlerimizin en çok muhtaç oldukları milli şuurun onlara nasıl verileceği, toplumumuzun nasıl bir sevgi toplumu haline getirileceği konusu inandırıcı ve ikna edici plan, proje, tasarı ve programlarla  milletimize anlatılması gerekirken, liderlerimizin boş sözler ve kuru vaatlerle geçirdikleri bir seçim daha geride kaldı. Bu seçimlerde de iyi bir duruş, güzel bir propaganda dönemi sergileyemeyen partiler ve parti genel başkanları bakalım şu ana kadar olan oldu, kalan geride kaldı diyerek birbirleriyle kucaklaşabilecekler ve bütün güçleri ile memleketimizin kalkındırılması için bir seferberlik içerisine girebilecekler mi, göreceğiz.

Evet, iki aydan beri partileri, özellikle parti genel başkanlarını dinledik, yandaşları ile birlikte ortaya koydukları çalışmalara şahit olduk. Özellikle barajı aşarak meclise girme umudu olan parti sözcülerini dinlerken doğrusu ben üzüldüm, ürktüm, umutsuzluğa kapıldım. Adamlar konuşmuyor, sanki birbirlerine savaş ilan ediyorlardı. Oysa “ Latife latif gerek” dendiği gibi söz de tatlı, yumuşak gerek. İfadeler aşırı olmamalı, aksine her türlü aşırılıklardan uzak, orta yol üzere olmalıdır. Partilerde bu durumu göremedik. Ayrıca özellikle bazı liderler yerli yersiz gırtlaklarını patlatırcasına bağırıyorlardı. Eve konuşmada da şiirde olduğu gibi vurgu gereklidir ama vurgu da yerinde olmalıdır. “Oylarınıza talibiz yahut tek başımıza iktidar olacağız” derken bağırmaya gerek var mı?

Her parti hemen hemen bütün illerde mitingler düzenlediler veya o gayret içerisinde oldular. Seçim masraflı bir iş olduğu gibi mitingler de öyle. Siz zannediyor musunuz ki mitinglere gelen kalabalıklar sadece o çevrenin insanıdır. Geçmişte “Sıralar üzerinde namaz kılan öğrenci değil, bale yapan öğrenci görmek isterim diyecek kadar aslından uzak siyasilerin düzenledikleri taşımalı mitingler gibi bu sefer de parti mitinglerine her taraftan insanlar getirildi ve elbette bu bir masraf işidir. Şehirlerin her tarafına asılan bayraklar, afişler, ilanlar, resimler, başlı başına bir külfettir. Çevrenin kirlenmesi, gürültü kirliliği, zaten yetersiz olan yollarımızdaki trafik karmaşası, Cuma saatinde sonuna kadar açılan müzik yayını ile insanların rahatsız edilmeleri bu işte bir yanlışlığın ve abartının olduğunu gösterdiği açıktır.

Eskiden seçimlerde sınırsız vaatler yapılırdı. Bazıları iki anahtar vaat ederdi. Eline iki anahtar alır, halka göstererek, iktidara geldikleri takdirde bir ev, bir de araba vereceklerini söylerlerdi. Hele Sayın Demirel’in hızını alamayıp, seçim arabasından yarı beline kadar sarkarak “ kim ne vaat ediyorsa beş misli” demesini hiç unutamıyoruz. Tabi bu halkı kandırmaktır, halkla alay etmektir.

Siyaset cephesinde yeni bir şey yok dedirtircesine bu seçimlerde de özellikle muhalefet partilerinin liderleri vaatte sınır tanımadılar. Mazotun bir buçuk liraya indirileceğinden tutun da her işsiz insana, her ev kadınına maaş verilmesine, herkese iş bulacaklarına varana kadar sınırsız vaatleri yine sıralandılar. Tabi bu vaatlerin milli kalkınmamızla alakası yoktur.
Bütün  bu boş vaatler yerine, maddi ve manevi kalkınmanın nasıl sağlanacağını, işsizliğin ve anarşinin nasıl önleneceğini, canlı bir piyasanın, mutlu ve yaşanabilir bir Türkiye’nin nasıl kurulacağını, toplum barışının nasıl tesis edileceğini, gençlerimizin ruh ve beden sağlıkları korunarak nasıl inanç ve imani yönlerinin korunacağını duymaya ne kadar da çok ihtiyacımız vardı.
Kurulacak olan yeni hükümete hayırlı işlerinde başarılar dilerim.

            

3 Haziran 2015 Çarşamba

                 
                     MİLLETİN İNANCINA TERS DÜŞEN KAYBEDER      
         
 Bazı dönemlerde özellikle darbecilerin demir yumruğu halkın başında gezdiği günlerde halkı ve esnafı bayram yerlerine çekebilmek için iş yerlerinin açılmasını yasaklarlardı. Böylece halk alışveriş yapamasın, esnaf iş yerini açamasın ve onları dinlemek için bayram yerlerine gelsinler diye; buna rağmen bayram yerleri kalabalık olmazdı. Neden böyle olurdu? Çünkü dayatma var, hukuksuzluk var, zorlama ve zorbalık var,  tehdit vardı da ondan. Sen tut herkesin sevgisi haline gelmiş, milletten %53,89 oy almış ve 408 milletvekili çıkarmış bir başbakanı ve arkadaşlarını uyduruk iddialara dayanarak as, milletin bütün değerlerine ters bir uygulama ortaya koy, ondan sonra da halktan ilgi bekle, olmaz, olamaz, mümkün değil.  Yalnız 1960 darbecileri değil bütün darbe ve muhtıracılar için durum aynıdır. Çünkü milletimiz kendini akıllı zannedenlerin tersine öyle feraset sahibidir ki “ terkideki fermanı okur”  derler ya işte öyle ince bir anlayışa sahiptir. Halkın içerisine girin bunu hemen görecek, fark edeceksiniz.
CHP neden iktidar olamıyor? Çünkü  geçmişi yanlışlarla dolu. Yahu akıllı bir insan aynı hatayı iki kere yapar mı? Allah Resulü (sav) “ Müslüman parmağını aynı delikten iki kere ısırtmaz” buyuruyor. Geçmişte Kuran öğrenimini yasaklamış, Ezanı değiştirmiş, camileri kapatmış veya depo yapmış, bunu sonucu olarak halktan gerekli cevabı almış; bu yetmezmiş gibi şimdi de üstelik büyük ve çok önemli bir seçim arifesinde İmam Hatip Liselerini kapatmaktan-Diyaneti yok etmekten- okullardan din derslerini kaldırmaktan söz ediyor, bu olacak şey mi?
 1944 te Ruslardan kaçan 146 Azeri Türk’ü Türkiye’ye sığınmış ve CHP li hükümet yetkililerine yalvarmışlar “ bizi geri göndermeyin, onlar bizi anında öldürürler hiç olmazsa siz öldürün” diye, dinletememişler. Sonuç: Daha sınırı gelmeden, köprü üzerinde tamamını Ruslar katletmişlerdi. Şimdi de Sayın Kılıçtaroğlu Suriyeli sığınmacıları geri göndermekten söz ediyor. Geçmişte Hama- Humusu yerle bir eden katil babanın oğlu Zalim Esat o zavallıları öldürsün diye. Bu yazıyı okuyan bir CHP’li bana kızacağına söylenenlerin doğru mu yanlış mı olduğuna bakmalı ve yöneticilerini bir şekilde uyarmalıdır.
Malum, Milli Bayramlarımız dışında iki tane de Dini Bayramlarımız vardır, Ramazan Bayramı (şeker bayramı değil) ve Kurban Bayramı. Bu bayramlarda yapılan ve olanlara bir baktığımızda ne görüyoruz? Bir kere günler öncesinden hummalı bir bayram hazırlığı başlıyor. Evlerin  boya, badanalarından tutunda halıların, kanepe ve koltukları silinip temizlenmesi, gerekiyorsa yenilenmesi, camların silinip, perdelerin yıkanması, ev halkının tamamının kılık kıyafetlerinin ayarlanması, hatta herkese bir çorap veya mendil bile olsa yeni bir şeyler alınması, bayram günü misafirlere ikram edilecek şeylerin hazırlığı, büyüklerin ve hatta çocukların tıraşlarına varana kadar her şey düşünülür ve yapılır.  Bayramdan bir gün önce ev halkı duş ve banyolarını yapar ve bayram süresince de büyüklerin, eş, dost, hısım, akraba ve arkadaşların ziyaretleri başlar, insanlar birbirleri ile kucaklaşır, tebrikleşir herkeste bir mutluluk ve sevinç vardır. Bayram sabahı bayram namazı için yollara düşenlere baktığımızda evlerde kimse kalmamıştır diye düşünmekten kendinizi alamazsınız. Bütün bu yapılanlar ve olanlar sebebi ile alışverişler artar piyasa canlanır, esnafın yüzü güler. Bir yerde zorlandığı halde bayram yerine getirilemeyen insanlar, öbür yanda yediden yetmişe halkın tamamının katıldığı bir bayram havası. Bu neden böyle oluyor? Çünkü dini bayramlar insanların inançları ile ilgili de onun için. Şimdi soruyorum size, akıllı bir insan özellikle de siyasetçi milletin yüzde yüzüne yakınını ilgilendiren, olmazsa olmazı olan bir konuya, milletin inancına ters düşer mi?
CHP ve HDP milletin din ve inancına aykırı bir siyaset yapmaktan vazgeçmeli, çünkü kuvvetli bir iktidar kadar kuvvetli muhalefete de ülkemizin ihtiyacı vardır.
Haftaya buluşmak umut ve dileği ile.