24 Mayıs 2015 Pazar

  Bu haftada çıkan Gazete köşe yazımdır.                       

 YUMRUKLARINIZI AÇIN  ELİNİZİ SIKACAĞIM

İmam-ı Gazali: Ey oğul! Âhirette selameti istersen kimseyi incitme. Bir çocuk görünce “bu günah işlememiş masumdur, ben günahkârım, bu benden üstündür de. Kendinden yaşlı birini gördüğün zaman da “ bu benden çok ibadet etmiştir, benden üstündür” de.
“ Cana dokunan bir sözün olsun da” dedi meczup, “ var yine de kimseye söyleme.”
İşte büyüklerimiz böyleydi. Onlar kendi dışındaki insanlara böyle bakar, böyle görürlerdi. Osmanlı devletimizin kuruluş temellerini atan, bir aşiretin cihan devleti haline gelmesinin zeminini hazırlayan Ertuğrul Gazi’nin,  Oğlu Osman Gazi’ye vasiyeti de son derecede önemlidir. Aşağıya aldığımız bu sözler Osmanlı Devletinin kuruluşunun temelindeki ruhu yansıtmaktadır. Onların din adamlarına, âlimlere bakış açısını göstermektedir.
Şöyle ki : Bak oğul!. Beni kır, Şeyh Edebali’yi kırma- O bizim boyumuzun ışığıdır-Terazisi dirhem şaşmaz-Bana karşı gel, Ona karşı gelme-Bana karşı gelirsen kırılır, incinirim-Ona karşı gelirsen sana bakmaz olurum-Sözüm Edebali için değil, senin içindir-Bu dediklerimi vasiyetim say.
Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye sözleri,  Ertuğrul Gazi’nin ne kadar haklı olduğunu gösteriyor.      Şöyle ki: Ey oğul!.Artık beysin. Bundan sonra öfke bize; uysallık sana-Gücenginlik bize, gönül almak sana- Âcizli bize, yanılgı bize -Hoş görmek sana-Geçimsizlik, çatışma, uyumsuzluk, anlaşmazlık bize- Adalet sana-Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize- Bağışlamak sana…..
Ey oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teâla yardımcın olsun. Beyliğini mübarak kılsın, Hak yoluna yararlı etsin, ışığını parlatsın, uzaklara iletsin, sana yükünü taşıyacak güç versin…
Ey oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın, ama bunları nasıl kullanacağını bilmezsen, sabah rüzgârlarında savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olur aklını mağlup eder. Bunu için daima sabırlı, sebatkar, iradene sahip olasın!... …. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir…..
Bunları neden yazdım? Bilindiği gibi yine bir seçim ortamındayız. Şurada az bir zaman kaldı ama iki aydan fazla bir zamandan beri partilerin, parti sözcü ve başkanlarının birbirlerine söyledikleri yukarıda örneklerini verdiğim,  her zaman iftihar kaynağımız olan atalarımızın sözlerine hiç benzemiyor. Aman Allah’ım!... Ne hakaretler, ne sabırsız davranışlar, ne yalanlar ve hatta sözlü veya kasetlerle iftiralar, dinlerken ben utanıyorum. Yahu bunlar bir daha yüz yüze bakmayacaklar mı diye düşünüyorum.
Değerli düşünürümüz Nurettin Topçu: “ Tarih asırlar süren bir emeğin, fedakârlığın, kahramanlıkların, şehitlerin eseridir. Şehit ölmemiş fakat milli tarihe hayat katmıştır. Bizim Osman Gazimiz, Fatihlerimiz- Yavuzlarımız olmasaydı bunca yıkıcı, tahrip edici sarsıntılara dayanabilir miydik? Bir milletin kendi tarihini inkar etmesi ile, ferdin intihara karar vermesinde fark yoktur. Tarih bir milletin ruhunun kaynağıdır, bu manada bizi ölüler yaşatıyor diyebiliriz. Yalnız bir fert, bir millet sayılamayacağı gibi, mazisi olmayan millet de millet olarak kabul edilemez. Milletin mazisi ve istikbali (akan bir nehir misali) ortadan kaldırıldığı zaman, kişinin hayat kaynağı ve imanının dalları da kurutulmuş olur.

Şimdi Allah aşkına ülkemizi yönetmeye talip olan liderlerde bu sıraladığımız özellikler, anlayışlar, davranış ve hoşgörü var mıdır? Ne zaman partiler ve liderler “YUMRUKLARINIZI AÇIN  KARDEŞİM, ELİNİZİ SIKACAĞIN” diyecekler?

20 Mayıs 2015 Çarşamba

                                         Yine Anneler günü          
                                        BÜTÜN ANNELERE

            Bu yazımda bir Fransız Yazarın yıllar önce okuduğum ve çok hoşuma giden hikayesinden bir bölümü özetle aktaracağım.
           Okuma yazmayı sökmüş olan oğlu Pol’e annesi, “ Bak oğlum ben alış verişe çıkacağım, ondan sonra hasta olan teyzene uğrarım, sen kardeşinle ilgilen, bak sütünü, bezlerini, neye ihtiyacı varsa hepsini şuraya bırakıyorum, çabuk dönmeye çalışırım ama geç kalırsam sen gerekeni yap ve merak etme olur mu?” der. Ancak hasta kardeşinin bakıcısı o gün gelmediği için onun evinde de işleri yoluna koymak zorunda kalır ve bu sebeple biraz gecikir. Eve döndüğünde çocuklar uyumuştur ama masanın üzerinde Pol tarafından yazılmış  bir not vardır ve şöyle denmektedir.
-          Anneciğim! Sen yokken kardeşimin sütünü verdim……………….15 Fenik
-          Altını kirletmişti değiştirdim……………………………………….75    “
-          Onu uyuttum …………………………………… ……………….  40     “
-          Evi bekledim         ………………………………………………..  20     “
-          Mutfağı derleyip topladım………………………………………    20
-          Çiçekleri suladım…………………                                                  40     “
-          TOPLAM……………………………………………………….   210 Fenik bana borcun var
       Annesi tebessüm ederek kağıdın altına
 “Pol! Borcumu ödüyorum. Ben yokken yaptıkların için teşekkür ederim” diye yazdıktan sonra para ile birlikte yazdığı notu baş ucundaki komodinin üzerine bırakırken, başka bir kağıda da şunları yazar.
Sevgili Pol:
1-      Seni 9 ay 10 gün zahmetler içerisinde taşıdım ……………………..Bedava
2-      Dayanılmaz sancılar içerisinde dünyaya getirdim…………..                 “
3-      2 Yıl emzirdim ………………………………………………..              “
4-      3 yıla yakın altını kirlettiğin için temizledim…………………               “
5-      Hastalığında başında sabahladım……………………………….            ”
6-      Senin için her gece en az iki kere tatlı uykumdan uyanarak kalktım…   ”
7-      Bundan sonra yapacaklarım da …………………………………            ”
8-      TOPLAM BORCUN……………………………………              YOK – Sıfır.
Pol sabahleyin annesinin notunu okuyunca yaptığı hatayı anlar ve utanarak annesinin yanına gelir, ona sarılarak özür diler.
Anne her millette, her yerde, her zaman hatta insandan başka canlılarda bile fedakârlık
âbidesidir. Bu bizim milletimizde kat be kat fazlasıyla böyledir. Onların günü yılda bir gün değil 365 X (çarpı) ömür boyu olmalıdır.
      Annelere sevgi- saygılarımla aşağıdaki şiirimi sunuyorum.

                                                         ANNE VE KIZI

Hayat dolu bir çocuk.
Gözleri çakmak, çakmak.
Koşuyor, oynuyor, haykırıyor durmadan.
Ter içinde kalmışsın,
Yaramaz haline bak.

Annenin gözünde sen
Dünyalara bedelsin.
Sırıl sıklam olmuşsun,
Olur mu böyle terli?
Gel beri gel,
Bakalım çaresine.
Üşütür hasta olursun
Annen olur kederli.

Hele bir bakın şuna,
Yanaklar al  al olmuş.
Gel beri diyorum sana,
Lütfen gelir misin?
Terin sonu öksürük,
Sen bunu bilir misin?

Yedisinde ne ise, yetmişinde o derler.
Böyle yaşadı,
Geçti günler, haftalar, yıllar.
Şimdi sevdiklerinden
Mutlu bir haber bekler.
Ve sayfa  sayfa ömrünü
Koyaraktan önüne,
Okur satırlarını,
Okur, tekrar  tekrar.









14 Mayıs 2015 Perşembe



                                              HAYATTA OLAN OLMAYAN BÜTÜN
ANNELERE

Önce hamal oldun bana,
Hiç şikayetçi olmadan
Taşıdın bin zahmetle
Dokuz ay ve on gün daha.
Güzel vücudun incindi,
İstemeden eziyetim oldu sana.
Defalarca affetmiştin,
Affet ne olur, affet bir daha.

Bir karşılık beklemeden
Kanından, canından verdin.
Sen fedakârlık yaptıkça
Ben durmadan seni yordum.
Etrafa boş gözlerle bakıp
Hiçbir şeyi bilmesem de,
Şefkatin, sevgin bilirdim.

Bazen güzel yüzünü hüzün bulutları kaplardı.
Bereket yağmurları gibi
Gözünden dökülen yaşlar
Ateşimi söndürecek türlü gizemler saklardı.
Esen yellerden sakınır,
Her an tetikte beklerdin.
Durmadan şefkatli elinle alnımı,
Yanağınla yüzümü yoklardın.

                                                            Öyle tutkunduk ki ikimiz,
Gecenin bir saatinde
Tatlı uykudan uyanır,
Tebessüm ederdi yüzünüz.
Konuşmadan anlaşırdık
Şefkat doluydu sözünüz.

Ter kettin ansızın bizi,
Gözümden yaşlar süzüldü.
Dünyada yalnız bıraktın
Firkatin bana yazıldı.
Alışmak zor yokluğuna,
Şu yalnızlık dünyasında
Hasretim şimdi şefkatine,
Engin şefkatine.

Huzurunda diz çökerek,
Gül yüzüne bakayım.
Ellerini bırakıp
Cennet yolunun rehberi
Ayağını öpeyim,
Anacığım
Ayağını öpeyim.


6 Mayıs 2015 Çarşamba

   Gazete köşe yazımdır.                                                                  

                                                         YAVRU VATAN
Ortaokul ve lise öğrencisi olduğum yıllarda yani 55- 60 lı yıllarda Kıbrıs için “Ya taksim ya ölüm” sloganı dillerden düşmezdi. Sık sık nümayişler yapılır, gösteriler düzenlenirdi. Bu gösterilerde ateşli konuşmalar yapılır, halkı galeyana getirecek şiirler okunur ve ordu Kıbrıs’a sloganları atılırdı. Mitinglerde bir disiplin varsa da hitabeti güçlü, attığı nutuk etkili olabilecek bir öğrenci bile kürsüye fırlar, konuşmasını yapardı. Makaryos’un kuklaları yakılır, yanmış kuklalar çocuklar tarafından tekmelenirdi. Yani Kıbrıs davası milli bir dava olarak hep gündemi işgal ederdi. Köy kahvelerinde bile hararetli Kıbrıs konuşmaları yapılırdı. K. Maraş’tan İskenderun’a yürüyen gruplar bilirim ben. Hele Kıbrıslı Türklere yapılan işkence ve eziyetler radyo ajans haberlerinden duyuldukça bu öfke zirveye yükselirdi. Benim ilk gençlik yıllarım bu havada geçti. Bu arada şunu da memnuniyetle söylemeliyim ki TV  Birinci kanalda  yaşanmış olayları konu edinen yedi güzel adamla ben aynı lisede aynı zamanda okudum. Rahmetli Alaaddin  Özdenören bizden iki sınıf ilerideydi ama aynı Gaziantep Öğretmen Okulunda okuduk. Bu güzel insanlardan (ölenlere demiyorum çünkü kalıcı eseler bırakan, geride hayırla yad edilen insanlar ölmezler) Hakka yürüyenlere Rabbimden Rahmet diliyor, sağ olan Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve Rasim Özdenörene hayırlı, bereketli uzun ömürler diliyorum. Onların şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da verecekleri yeni güzel eserlerini okumayı sabırsızlıkla bekliyoruz.
O zamanın öğrencileri şimdikiler gibi değildi. Biz bizden ilerideki sınıflarda olan öğrencilere bile öğretmene gösterdiğimiz saygıyı gösterirdik. Maraş’ın yazlık çay bahçelerinde oturulur, Kıbrıs ve başka memleket meseleleri görüşülür konuşulurdu. Maraş’ın Kurtuluş hareketinin merkezi Maraş Ulu cami inin üst katındaki küçük odada 1960 Anayasa’sı bile aramızda incelenmiş, tartışılmıştı. Yedi Güzel Adam’ın çıkardığı dergi dışında, Konya il müftülüğü ve Bursa Ulucami de vaizlik de yapmış olan Rahmetli İsmet Karaokur’un öncülüğünde İslami konuları içeren bir dergi daha çıkarılmış ve bundan dolayı İsmet Karaokur Hocamız uzun süre yargılanmıştı.
Kıbrıs’ta bir subayımızın çocukları evlerinin küvetinde Kıbrıs Rumları tarafından hunharca öldürülmüştü de ülkemizde öfke zirveye çıkmıştı. O zamanın partileri Kıbrıs meselesini  Milli bir politika olarak hep önde tutarlardı.
Daha sonra CHP ve MSP ( Milli Selamet Partisi) koalisyon hükümetinde Sayın Bülent Ecevit Başbakan, Prof Dr. Necmeddin Erbakan başbakan yardımcısı iken 1974 te askerimiz Kıbrıs’a çıkmış, aşılamaz denen Beşparmak Dağlarını tozlu yol gibi aşmış ve Kıbrıs’a bugünkü statüyü kazandırmıştır. Şimdi Kıbrıs’ın yeni Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı bir savaşı göze almanın, hatta yapmanın, savaşın masrafını karşılamanın  kolay olduğunu zannediyor olmalı ki “ artık Yavru Vatan olmayacağız” gibi laflar etmekle kalmıyor,  Kıbrıs Rum Lideri Anastasia’ya  “ ikimiz de Limesolluyuz, ikimiz de Kıbrıslıyız” diye çağrıda bulunuyor, böylece Türkiye ile ilişkide arasına mesafe koymaya çalışıyor,  yani ortak paydayı Milli meselemiz değil Kıbrıslı olmak, Limesollu olmak gibi  değerlendiriyor.  Oysa Anavatan olmadan bir adım atamaz, anında Kıbrıs Türklerini, AB üyesi Kıbrıs Rumlarının azınlığı olan halk durumuna düşürürler, arkasından 1974 öncesi zulüm başlar.
. Bu sebeple Evet, “Kıbrıs bizim yavru vatanımızdır ve öyle kalacaktır.”
Haftaya buluşmak umut ve dileği ile.