Bu haftaki gazete köşe
yazım
PEMBE KOL
1980 Darbesinin yapıldığı günlerinde Gemlik İmam Hatip Lisesi
Müdürlüğünü vekâleten yürütmekteydim. Asaletimin onaylanması için gereken
yapılmıştı ama tabi bu ortamda İslam’ı referans edinmiş kişiler için bu mümkün
olamazdı. Bir bayram günü kurbanımı okul bahçesinde kestim, derisini de orada,
okula bırakarak evime gitmiştim. İkindi Namazı için Çarşı Camiine geldiğimde
Hasan Hocanın tutuklandığını öğrendim. Elleri bir suçlu gibi kelepçelenerek
götürülmüş.
Hasan Hoca Çarşı Camiinde
uzun zaman görev yapan değerli bir İmam Hatibimizdi aynı zamanda da kuvvetli
bir HÂFIZ.
Hâfız canlı- yürüyen Kuran demektir. Bana dünyanın bütün
üniversitelerinin diplomasını mı istersin, Hâfız olmak mı deseler ben Hâfızlığı
tercih ederim.
Bayram Tatili bitince
randevu alarak Kaymakamlık makamına gittim. Kaymakamın yanında Orhan Paşa da
vardı. Kaymakam Bey’e okulumun genel durumunu, kaç m2 arsa üzerine kaç kat, kaç
sınıf, oda ve müştemilattan oluştuğunu anlattıktan sonra yut binası hakkında da
gerekli bilgileri verdim ve dedim ki “ bu büyük külliyenin yapımında devletin
bir kuruşu yoktur. Bu binalar vatandaşların yardımları ve kurban derileri
paraları ile yapıldı. O nâhoş kokulu kurban derilerini sırtında taşıyarak bu
okulu Hasan Hoca yaptırdı ve siz de onu
tutuklattınız, oysa onun taltif edilmesi hatta isminin o okula verilmesi
gerekirdi. Buraya onu serbest bıraktırın diye gelmedim ve fakat şunun için
geldim ki: Gemlik’in dâhilinde ve köylerinde okulum adına bu bayramda tek bir
deri toplanmamış, tek bir deri toplama görevlisi yoktur. Peki okul bahçesinden
alınan 45 deri neyin nesidir derseniz, Gemlikli insanlar okulun yapımına
başlandığı yıldan yani on bir yıldan beri buraya kurban derilerini vermektedirler, o deriler işte bu
alışkanlığın sonucu olarak vatandaşın kendilerinin getirip bıraktıkları
derilerdir dedim ve daha bunun gibi birçok hususu uzun uzun izah ettim.
Bu durumu Hasan Hoca’ya
söyleyerek onu rahatlatmak için ertesi gün de Bursa Emniyet Müdürlüğüne gittim
ama hocayla görüşmek ne mümkün. Değil görüşüp, konuşmak uzaktan göremiyorsunuz
bile. Söyleyeceklerinizi ancak bir kağıda yazarak iletişim
kurabiliyorsunuz.(Polisler demek istemiyorum çünkü onları seviyorum, görevliler
diyelim) görevlilerden sorularınıza doğru düzgün cevap almak, bir güler yüz
görmek, dakikalarca ayakta bekleseniz dahi “ buyurun şöyle oturun” gibi bir
yaklaşım görmek mümkün değildi.
(Haa şunu da söylemeliyim ki! değerli Kaymakamımız F. Ölmez Bey’in
benden aldığı bilgiler doğrultusunda güzel bir yazısı sonucu Hasan Hoca o hafta
içerisinde serbest bırakılmıştı.)
Birkaç gün önce pasaportumu yeniletmek veya vize ettirmek için yine
aynı Bursa Emniyet Müdürlüğüne gittim. Pasaport bölümü epeyce kalabalıktı. Girişte
bir bayan polis memuru güler yüzle sizi karşılıyor, hangi evrakları nereden
alacağınızı, çektireceğiniz fotoğrafın nasıl olacağını ve başka gerekli
bilgileri size veriyor, dışarıdaki işlerinizi bitirip geldiğinizde yine aynı
memure sıra numaranızı elinize veriyor ve hatta oturup bekleyeceğiniz yeri bile
gösteriyor. İşlerinizi yapan diğer polisler de yine öyle. Dikkat ettim hepsinin
konuşmaları ( efradını câmi, ağyarını mani ) yani lüzumsuz bir söz yok, icab ettiği kadar
var. Sorunuza cevap aldıktan sonra ikinci bir soru sorma ihtiyacı
duymuyorsunuz.
Bir zamanlar karakolları pembeye boyayıp burası artık karakol
değil pembe koldur derlerdi. Bir karakolun boya ile değil zihniyetle, zihniyet
değişikliği ile pembe olabileceği tabi ki o zaman da biliniyordur ama demek ki
ancak sıra gelmiş ve fikri olgunluk ancak oluşmuş.
Bu vesile ile Emniyet mensuplarına sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Haftaya buluşmak umut ve dileği ile.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder