30 Ekim 2014 Perşembe

Bir önceki sohbetimizde câhillik günümüz okullarını okumamak veya okuma yazma bilmemek değil, milletimizin özelliklerini, örfi âdet ve ananelerini ve özellikle inanç sistemini bilmemektir demiştik; şimdi okumuş ama câhil olma halini bizzat yaşadığım bir hadise ile açıklamaya çalışacağım.
İmam Hatip Lisesinden sonra bölgemizde (Marmara bölgesi) bir üniversitenin Makine Mühendisliği bölümünü kazanan kızımdan bir gün bir telefon aldım, “ Babacığın çok zordayım” diyordu. Tesettürlü olarak derslere girdiği için bazı hocalar zorluk, hatta zorluklar çıkarıyorlarmış.
O şehre gittim. Makamında birtakım evrak ve kağıtlarla meşgul olan rektör beye kendimi tanıttım, filan öğrencinizin de babasıyım dedim. Rektör Bey ilgi gösterdi, “zaten bende sizinle görüşmek istiyordum iyiki geldiniz” dedi ve ilave etti “ Öğrencimiz çok zeki, çalışkan, terbiyeli vs…ancak  şu örtü konusunu beraberce halletmemiz gerekiyor. Yanlış anlamayın ben de Müslüman’ım, dine saygılıyım, bayram namazlarını hiç ihmal etmem, annem beş vakit namazlı biriydi üç yıl önce maalesef kaybettik. Zaten bu zamanda örtünme olmaz, Muhammet zamanında açık kadın az, örtülü kadın çoktu, bu sebeple açık olanlar dikkat çekiyordu, onun için açık olanlara siz de örtünün dedi, şimdi açık kadın çok, örtülü olanlar az örtülüler dikkat çekiyor bu sebeple örtülülerin de açılması lazım, aslında örtülü olmak günah, açık olmak  sevaptır.”
Nasıl, muhteşem değil mi…..? Emin olun hiç mübalağam yok, belki kelimeler farklı ama içerik aynen böyle.
Şimdi dedim Sayın Rektörüm sevap ve günah olma keyfiyeti dini bir terimdir ve dini kural ve kaidelere göre değerlendirilir. Dinimizin yani İslam’ın değişmez ve değiştirilemez iki temel kaynağı vardır KURAN ve SÜNNET, bir fiil ve davranış bu kurallara uyuyorsa sevap, uymuyorsa günah olur, Tesettür konusuna NUR SURESİ 31 ve AHZAP SURESİ 59. Ayetler açıklık getirmiştir ve aynen şöyledir dedim ve ayetlerin meallerin açıkladım. Hadis-i şeriflere gelince dedim. Sayın Rektör yeterli bulmuş olmalı ki, araya girdi ve konuyu çok iyi incelemişsiniz diyerek, iltifatlar etti.
Dedim ki Sayın Hocam biliyorsunuz kızım çok başarılı ( not ortalaması 8,9 du) okulların tatiline de az bir zaman kaldı lütfen şu iki ay için hocalarımız idare etsinler zaten siz de tensip buyurursanız seneye Uludağ Üniversitesine yatay geçiş yaptırmak istiyoruz dedim ve ayrıldım.







29 Ekim 2014 Çarşamba


SELAM
Allah Resûlü (sav) " Aranızda selamlaşmayı yayınız" ve " İman etmedikçe Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız, size bir şey diyeyim mi, aranızda selamı yayın," buyuruyor. Bu duruma göre " Selamün aleyküm" diye selam vermek Sünnet, almak ise Farz dır. Adama selam veriyorsunuz, merhaba veya günaydın diye cevap veriyor veya hiç cevap vermiyor. Bu niçin böyle oluyor çünkü adam câhil. Cahillik okuma yazma bilmemek veya günümüz okullarında okumamış olmak değil, milli özelliklerimiz, örf, âdet ve ananelerimizden habersiz olmak, o terbiyeyi almamış olmaktır. Size tavsiyem karşılaştığınız herkese selam vermenizdir özellikle evlerinize girdiğinizde eşinize SELAMÜN ALEYKÜM" diye selam verin. Sabahleyin  eşinizle aranız biraz limoni olarak, veya kırgın ayrıldıysanız, eve döndüğünüzde eşinize, tünaydın , merhaba falan değil, SELAMÜN ALEYKÜM" diyerek selam verip hal hatır sorduğunuzda kırgınlığın samimiyete döndüğünü göreceksiniz.

24 Ekim 2014 Cuma

                                                          HİÇ                                          
         Bir süre önce Nuh Mete Yüksel D.G.M. Başsavcısıydı. Pek popüler, pek ünlü bir baş savcı.Tabi demokratik sistem gereği astığı astık, kestiği kestik denemese de ciddi duruşu, hiç gülmeyen yüzü ve azametli yürüyüşü…  ile memleketin önde gelen isimlerindendi. Millet Vekili Merve Safa Kavakçı nın Mecliste yemin etmesi engellenince, vatandaşlıktan çıkartılması da gündeme gelmiş, bu durumda tabi olarak Nuh Mete Bey de D.G.M Savcısı olarak görev başındaydı. Amansız bir takipçi gibi yanına yeteri kadar polis memuru da  alarak, Merve Hanım’ın evini basmıştı. Evet evet yalnız, tek başına yaşayan bir kadının evini, hem de gece yarısı. Başarılı olunsaydı, evinden çıkartıp beklide tutuklatacaktı.
      Büyüklerimiz ne demişler? “Ne oldum deme, ne olacağım de..” İnsanoğlunun mükemmel yaratılışına ve emrine verilmiş olan şu güzelim dünyaya rağmen ömrü çok kısadır.
Aslında bu kısa hayatın hayatın her devresinde dikkatli olmak gerek. O andaki durumun, konumun, işgal ettiğin mevki ve makamın ne olursa olsun, her şeyin bir sonunun olduğunu bilerek yaşamak lazım. İnsan yarın pişman olacağı, utanacağı, şimdi olsa yapmazdım diyeceği fiil ve hareketlerden uzak durmalıdır.

“Ağa olsan, paşa olsan, bey olsan
Yakasız gömleğe sarılın bir gün.”   Demiş şair.  

       İşte o yakasız gömleğe sarılacağımız günü unutmadan yaşamak, hepimizin hedefi olmalıdır. 
 Nuh Mete Yüksel, daha dün  “Küçük dağları ben yarattım” dercesine  bir tavır sergiliyor, bir milletvekili hanımı gece yarısı evinde rahatsız edebiliyordu. Kaderin şu garip cilvesine bakın ki, kendisi de bir kadın yüzünden dillere düştü. Hani hatırlayınız, gazeteler şöyle yazıyordu: “Ankara D.G.M Savcısı Nuh Mete Yüksel, hakkında çıkan …… kasetlerin  arkasından başlatılan soruşturma kapsamında D.G.M deki görevinden alındı. Soruşturmayı tamamlayan Adalet Bakanlığı Müfettişleri, hazırladıkları raporu Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna sundu. Kurul, müfettişlerin raporunu değerlendirdikten sonra, Nuh Mete Yüksel’e kınama cezası ve yer değiştirme cezası verdi. Yani Sayın N.M.Yüksel, Ankara D.G.M Savcılığından, Ankara Cumhuriyet Savcılığına  getirildi.” Tabi bu tenzilen bir görev değişikliği idi.
        Her ne kadar Sayın Yüksel, kendisini bir kadınla gösteren kasetin montaj olduğunu söylese de, Hakimler ve Savcılar Yüksek kurulunun kararı böyle idi.
        Şimdi bu olayı niçin mi gündeme getirdim? Baro seçimlerinde Sayın Nuh Mete Yüksel’e meslektaşlarının yaptıkları karşısında Sayın Yüksel’in durumuna üzüldüm de onun için.
          Hani şehzade ava meraklı imiş, çıktıkları avdan da hemen dönemezler, bazen birkaç gün sürermiş bu av keyfi. Yine bir gün üç- beş arkadaşı ile birlikte çıktıkları av peşinde saatlerce at koşturmuşlar ve birkaç tane de av vurduktan sonra, biraz dinlenmek için yaylanın en güzel yerine kulübesini yapmış ve sürülerini otatan çobanın yanına, çayırların üzerine oturmuşlar. Çoban misafirlerine “çoban armağanı çam sakızı”  kabilinden  kulübesinde nesi varsa ikram etmeyi düşünmüşse de, bakmış ki bunlar öyle sıradan insanlar değil,  içinden “hele ağırdan alıp bekleyeyim  biraz,”diye geçirirken, misafirler hemen sofralarını donatmışlar bile. Vurdukları avlarını da ateşte kızartıp hep beraber yedikten sonra, çobanın yaptığı çayları içerken, şehzade çobana sormuş.
-Şimdi sen burada ne yapıyorsun?
-Sürülerimi otlatıyorum.
-Sonra ne yapacaksın?
-Burası benim yazlık yerimdir, kış yaklaşınca köyüme giderim.
-Sonra?
-İlkbaharda tekrar gelirim.
-Sonra?
-Sonrası hiiiç demiş,  ama bu münasebetsiz misafirin haddini bildirmeyi de kafasına koymuş.
Peki demiş çoban,( şehzade olduğunu henüz bilmediği bu çalımlı misafirin yüzüne bakarak,)sen ne yapıyorsun buralarda? Şehzade gururdan göğsü kabararak, ben mi? demiş,”Ben şehzadeyim, şimdi avlanıyorum, ileride padişah olacağım, memleketimizi yöneteceğim, herkes benim emrime boyun eğecek,  dış ülkelerden misafirlerim gelecek, ben dış geziler yapacağım, sizlerin padişahınız olarak memleketimizi ve sizleri temsil edeceğim.”
-Sonra demiş çoban, sonra ne olacak?  Şehzade sonra ne olsun hayat böyle devam edecek. Çoban ısrarla daha sonra demiş, daha sonra ne olacak? Şehzade ister istemez daha sonrası hiiç demiş.
Çoban,
-A be şehzadem o kadar kendini yoracak, gururlanacak, kibirlenecek ne var, ben şimdiden hiç im…
       Yaa  işte böyle dostlarım! En iyisi, sonumuzun hiç olacağı şimdide belli  bu dünyada, hiçliğimizin farkında olarak yaşamak değil midir?


                                                                                                                              

                                                                                                                              
                                                                                                                              






Yeni yılınız kutlu olsun. (Kutlu ve mübarek bir gündür zaten de...) Birçok arkadaşım daha onuncu aydayız bu da nereden çıktı diye düşünebilir ama bu HİCRİ yılbaşıdır. Yani Allah Resulü (sav) in ( Suriye'de Zâlim Esad'ın ve Yahudi'nin Müslümanlara yaptığı zulüm gibi) Mekkeli Kâfirlerin baskıları sonucu, Cenabı Hakkın emri doğrultusunda Mekke'den, Medine'ye hicret edişinin 1436. yılıdır bugün. Miladi takvime göre 16 Temmuz 622 de gerçekleşen bu yolculuk, hirî takvimin Muharrem ayının ilk gününe denk gelmektedi ki Ekim ayının 25 i oluyor.İşte Müslümanların yılbaşı olan bu mübarek günün sizin, aileleriniz, milletimiz ve İslam milleti için hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinizin Hicri yeni yılınızı kutluyorum.